3 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Roman Tefrikası

I

Paspal otobüs durağına varana kadar ellerini ceplerinden çıkarmadı. Bu kısacık yol bir Lark yakıp yakmama tereddüdü içerisinde geçti. Virajın başında otobüsün görünmesiyle tereddüt sona erdi. Daha fazla üşüyesi yoktu Paspal’ın, sevindi. Otobüse binip arkaya doğru ilerledi. Bu ilerleyişe boş bir koltuk bulup oturma hissi eşlik etti. Boş koltuk bulamayan Paspal yolcuları hafifçe süzerek kimin daha erken inebileceğini tahmin etmeye çalıştı. Sol arka tekerin üzerinde oturan hafif kilolu, yarım kel, orta yaşlı adamın başına gelince durma hissini duydu. Durdu. Adamda Aksaray’da inecek tip vardı. Paspal kendini zeki hissetti, yanıldı. Aksaray’a gelince adam sanki sırf Paspal’a inat olsun der gibi inmedi. Aksaray’da önlerde birkaç koltuk boşalmıştı. Paspal az önce aldığı ufak yenilginin verdiği utangaçlıkla kendi üşengeçliğini yoğurup önlerdeki koltuklara gitmeyi istemedi. Olduğu yerde adamın inmesini bekleyecekti, adam inatsa Paspal daha inattı. Zaten öndeki koltuklar da hızla dolmuş, ayakta yeniden insanlar birikmişti. Burası İstanbul’du ve oturmak önemli bir lükstü.

Paspal asıl mesleği olmayan ama herkesle meslektaş çıkabilecek bir adamdı. Çevreye bakıldığında çok okumamış insanların yapabileceği ne meslek varsa çoğuna uzaktan yakından bir şekilde bulaşmıştı. Bu ara pazarda iç çamaşırı satıyordu mesela. Bundan önce Veysel’in marangozda takılmıştı bir süre, ondan da önce bir film setine getir götür işlerine bakar yeri gelince figüranlık yapardı, ondan da önce Beşiktaş’ta hemen iskelenin yanındaki ufak büfeye bakıyordu. Bu işler Paspal’ın bulaştığı ya da bulaşmak zorunda kaldığı işlerden sadece birkaçıydı. Bir işte tutunmak konusunda oldukça istikrarsızdı ama iş değiştirme konusunda oldukça istikrarlıydı. Ama Paspal’ın bu durumdan bir memnuniyetsizlik hissettiğine dair ortalıkta pek bir şey yoktu. Kendisi böyle olmasını istiyordu ve böyle oluyordu. Gelgelelim Paspal’ın okumamışlığına. Paspal aslında tam okumamış sayılmazdı. Mesela bundan bir 20 sene evvel olsaydı Paspal tam okumuş olurdu, 40 sene evvel olsaydı çok okumuş olurdu. Bugün için bir yarım okumuş olarak Paspal bir süper lise bitirdi. Biraz dil bilirdi yani, en azından bundan bir on sene öncesine kadar. Bundan bir 20 sene sonrasını düşünürsek Paspal kocaman bir hiç olarak bir süper lise mezunu olacak. Neyse ki işportacılık yapmak için diplomaya gerek yok.

Otobüs Bayrampaşa’ya girdi. Paspal hala aynı yerde, aynı adamın başında bekliyordu. Neredeyse otobüsteki herkes değişmişti. İnenler, binenler derken sırayla bütün koltuklar boşalmış ve tekrar dolmuştu. Paspal hala aynı yerindeydi. Sol arka tekerin üzerinde oturan adam Paspal’ı belki de tam olarak fark etmemişti ama Paspal bu adamı edindiği en büyük düşmanlardan biri olarak düşünmeye başlamıştı. Paspal’ın düğmeye basması gerekti ama Paspal yine bir tereddüt içerisine düştü. Adamın Aksaray’da inmemesi Paspal için bir gol yemek demekti, adamın Paspal’dan sonra inmesiyse bir hezimet! Paspal yanıldığını ve yenildiğini kabul etmeliydi ya da otobüsün son durağına kadar gidip, kesin bir zafer kazanıp tekrar aynı koltuğa oturup geri dönmeliydi. Paspal düşündü, Paspal tereddüt etti, Paspal yenildi. Aptal değildi Paspal ama yenilmişti. Paspal’ın içinden aptal olmak gelmişti oysa ki. Çoğu insan için basit detaylar, Paspal için büyük sorunlardı. Çoğu insan için büyük sorunlarsa Paspal için basit bir detay bile değildi. Tek başına uyuyan, tek başına bira içen ve bir işte devamlı olarak çalışma zorunluluğunu hissetmeyen bir adam olarak Paspal fikrinde insanlarla ilişkiler geliştirirdi. Mesela bu sol arka tekerin üzerinde oturan adam Paspal’ın hayat boyu düşmanıydı. Asla unutmazdı artık bu adamın yüzünü ve emindi bir daha karşılaşacaklarına. Hemen gömleğinin cebine atıp elini, Lark koydu ağzına bir tane. Çakmağı çıkardı, zor yanacağını düşündü, yanıldı. İlk seferde çektiği dumanı hemen dışarıya verdi. Önünden yürüyen adama doğru hızlandı:

“Fıraaat. Lan Fıraaaat!”

Adam üzerine alınmadı. Paspal hızlandı. Paspal bir kez daha bağırdı. Adam yine üzerine alınmadı. Paspal adamın omzuna dokundu, adam irkildi. Adam Paspal’ın suratına baktı. Biraz daha baktı. Belki tanıyamadım düşüncesiyle ilk söze giren olmak istemedi, Paspal’ın kendini tanıtmasını bekledi. Paspal utanmış gibi söze girdi:

“Pardon birader birine benzettim.” “Önemli değil.”

Paspal’ın Fırat sandığı adam bu sözden sonra hemen dönüp yürümeye devam ederken dediği sözün aksine art arda birkaç tane küfür salladı Paspal’a. Zaten küfür etmek pek sebep gerektiren bir şey değildi, ama kimi zaman çok büyük sonuçlar doğururdu. Paspal yürümedi, Lark’ı olduğu yerde içmeyi daha çok seviyordu. Uzun nefesler çekti. Paspal’ın Fırat sandığı adam Fırat değildi. Zaten Paspal’ın sanabileceği bir Fırat yoktu hayatında. Öylesineydi bu da. Tek başına uyuyan, tek başına bira içen ve bir işte devamlı olarak çalışma zorunluluğunu hissetmeyen bir adam olarak Paspal bunu bir oyun olarak görüyordu. Çok eğlendiğini düşünmüyordu ve elbette ki her oyun eğlendirmek zorunda değildi. Otobüsten inip hemen dükkana da gidebilirdi ama bu yaptığı bir ekstraydı ve Paspal ekstraları seviyordu. Büfeye yaklaştı, bir Lark istedi. Cebine atıp elini paralarını çıkardı. Beşlik verip oradan hemen uzaklaşabilirdi ama Paspal onluk verip para üstü almak istedi. Çünkü para üstü almak bir ekstraydı.

Bitmiş bir Lark’ı ezerek söndürmek bir saygısızlık gibiydi. Bir dosta kötü davranılmamalıydı, hatta dost olmasa da kötü olmayan kimseye kötü davranılmamalıydı. Paspal bunu iyi biliyordu. Bunun için yanında hep boş bir kola kutusu taşır ve bitmesi gereken Lark’ını bu kutularda biriktirir ve öyle çöpe atardı. En fazla iki gün dayanan bu kutular yüzünden Paspal bir kola bağımlısı olmasa da düzenli bir kola içicisi olmak zorunda kalmıştı. Çöplerden kola kutuları toplamak elbette ki hoşuna gitmiyordu. Paspal çarşıya girip az biraz tanıdığı insanlara başını eğme yoluyla selam vererek içerilere doğru ilerledi. Metin yerinde yoktu. Dükkanın çırağı elindeki telefonun tuşlarına heyecanla basarak dünyayla bağlantısını kesmiş gibiydi. Dudakları heyecanını açığa vuruyordu. Paspal bir cep telefonunun bir insanı ne kadar heyecanlandırabileceğini düşünerek çırağa yaklaştı. Çırak hala dükkana giren bir adamın farkında değildi. Paspal çırağın ensesine hafif bir şaplak indirdi. Bu çırak açısından pek hoş olmayan Paspal açısındansa hiçbir anlam ifade etmeyen saçma bir “ben geldim” deme şekliydi, kısmense bu bir şakaydı. İrkilen çırağın refleksi Paspal’ı nedense gülümsetti. Çırak üstü kapalı bir nefretle Paspal’a bakıyordu. Çırak Paspal’ın kim olduğunu pek bilmese de neden burada olduğunu ve ne soracağını ve bunun üstüne kendisinin ne cevap vereceğini çok iyi biliyordu. Yine de söze Paspal’ın girmesini bekledi. Paspal yüzündeki gülümsemeyi çekip dudaklarını açtı:

“Metin ?”

Çırak fikrinde az önce şekillendirdiği hayalin yaşanmaya başlamasının verdiği rahatlıkla bir patron edasıyla omuzlarını dikleştirdi ve az önce yediği şaplağın intikamını alır gibi hissetti. Halbuki bu Paspal’ın umurunda değildi. Aynı Paspal’ın sol arka tekerin üzerinde oturan adamın umurunda olmayışı gibi. Çoğu insan gibi çırak da boş kaleye attığı penaltının sevincini yaşıyordu. Paspal ise bazen boş kaleye bile atsan penaltıyı gole çeviremeyeceğini bilmenin verdiği tecrübeyle çırağa baktı. Bütün bu karşılıklı basit restleşmeler sadece birkaç saniye sürmüştü. Çırak Paspal’ı sallamadığını göstermek istercesine Metin’in masasında düzenlenmesine hiç de gerek olmayan ne varsa düzenlemeye başlayarak cevap verdi:

“Yemeğe çıktı on dakikaya gelir herhalde.”

Paspal hem Metin’i dışarıda karşılamak isteyerek hem de asıl olarak bir Lark vakti geçirmek amacıyla çarşının dışına doğru yürümeye koyuldu. Birbirlerine hayatlarındaki en eften püften başarılarını anlatarak yücelen insanların arasındaki bu yürüyüş sadece yirmi saniye kadar sürdü. Çarşıdakilerden biri geçen gün otobüse arka kapıdan binip akbili göndermediğinden bahsediyordu. Diğer bir tanesi alacaklılarını parası olmasına rağmen nasıl da güzel başından savmayı becerdiğini anlatıyordu. Paspal her ne kadar bunları önemsemese de dinlemeyi asla ihmal etmiyordu. Çünkü Paspal için asıl mesele tanımadığı insanların neler yaptığıydı.

Aradan geçen yarım saatin ardından Paspal elinde 2 büyük siyah poşetle çarşının dışına doğru adımını attı. Poşetlerin içinde kırmızı, siyah, beyaz renkte her bedenden dantelli, dantelsiz iç çamaşırları vardı. Malum, Paspal’ın asıl mesleği bu değildi. Zaten bir insanın asıl mesleğinin pazarda iç çamaşırı satmak olması garipti. Serbest bir meslek olarak adlandırmak daha yerindeydi. Bu işe Paspal pek de isteyerek başlamamıştı esasında. Kurduğu tezgah, sattığı çamaşırlar hep Emin’indi. Emin pek istemese de geçirmek zorunda kaldığı ameliyat yüzünden – ki bu ameliyat kendisine çarpan arabanın bir bacağını kendisinden ayırması sebebiyle gerçeklemiş bir ameliyattı – pazarda iç çamaşırı satmaya en azından bir süre ara vermek zorunda kalmıştı. Veysel’in yanında takılan Paspal içinse ilk bakışta hiç de çekiciliği olmayan bu iş arkadaşının durumu sebebiyle mecburi bir sevimlilik almak durumundaydı. Hem pazarda bir şeyler satan insanların havanın ışımasıyla birlikte kurmak zorunda oldukları tezgahın başında içtikleri çayın verdiği sıcaklık diğer çayların sıcaklıklarından çok farklıydı ve Paspal için de saçma da olsa bu da pazarda olmak için bir sebepti. Metin ve o garip bir şekilde telefona bakıp heyecanlanan çırakla tanışmasının asıl sebepleri bunlardı.

Paspal bir adamın peşinden yine zihninde o an canlanan bir ismi söyleyerek koşmak istedi fakat iki elindeki kötümser görünümlü poşetler onu bu fikrinden caydırdı. Poşetin birini yere koyup ağzına bir Lark attı. Lark’ı durduğu yerde içmeyi seven Paspal üşüdüğünden dolayı bu zevkinden de vazgeçmeliydi. Lark’ı kenarına yapıştırıcı sürmüş gibi ağzına sol çapraza bakacak şekilde yerleştirdi. Elleri dolu olduğundan Lark’ı bitene kadar oradan geri alamayacaktı. Çevredeki insanlara bakmaya ve onları mümkün olduğunca dinlemeye çalışarak yürümeye devam etti. Karşıt yönlere gittiği insanların ağızlarından çıkan kelimelerden sadece birkaçını yakalayabiliyor olsa da cümlelerde üç nokta konulmuş yerler bırakmak hoşuna gitmediğinden boşlukları kendisi tamamlıyor ve kendi tamamladığı cümleler üzerinden o insanlar hakkında fikirler ediniyordu. Gerçi soğuk havada insanlar dışarıda pek gezinmediğinden, Paspal kış mevsiminin en azından bu yönünü sevmiyordu. Yanından tam olarak genç gibi görünen ama pek de genç olmadığı kıyafetlerinden dolayı düşünülebilecek biri parça parça bir iki laf etti. Paspal birkaç saniye sonra bunun akşamları havanın erken kararmasıyla alakalı bir şeyler olduğunu zihninde tamamladı. Şimdi Paspal’ın bu gencin hayatı üzerine fikirler üretmesi gerekirdi ama Paspal bir zamandır hatırlamak istediği fakat her seferinde ucunu kaçırdığı bir anıya yaklaştığını hissetti. Kalbinde hafif bir hızlanma hissetti ve dudakları istemsiz olarak bir şeyler fısıldamaya başladı.

“Boynum dik sevgilim
Boynum dik
Boynum dik sevgilim
Lambalarınki eğik”

Paspal ellerindekileri yere bırakıp bir kenara çekildi. Az önce bir an önce elinden kaçıp kurtulmak istediği soğuğa kendi kendine teslim oldu. Soğuğun boynundan, paçalarından ve belinden hızla vücudunu sarması için kendisini adeta zorluyordu. Bunun aksine vücudunda kolay karşılaşılamayacak bir sıcaklık yükseliyordu. Paspal eski bir fotoğrafa bakar gibi eskimişliğiyle yüzleşti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder