24 Eylül 2011 Cumartesi

Aylak Adam'dan Anayurt Oteli'ne Yusuf Atılgan Romancılığı

Yusuf Atılgan'ın iki romanı Aylak Adam ile Anayurt Oteli arasında yaklaşık 15 yıl var. Biri diğerinden 15 yıl sonra yazılmış iki roman arasında öyle benzerlikler göze çarpmakta ki insan, yazarın aynı konuyu farklı tekniklerle bir daha yazmış olabilme ihtimalini düşünmeden edemiyor. İki romanın da ana karakterleri (Aylak Adam için; C. , Anayurt Oteli için; Zebercet) yalnızlıkları ve toplumdan kopuk olmalarıyla öne çıkıyor ve ikisi de iletişimi -mutluluk da denilebilir- sadece tek bir kadında bulabileceğini düşünüyor.

Bu kadın Aylak Adam'da C.'nin varlığını hayal ettiği bir kadın (B.), Anayurt Oteli'nde ise Zebercet'in çalıştığı otele gelen ve bir gece kalan kadın. (Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın). Yani Aylak Adam'da C. var olduğuna inandığı bir kadını bulabilmenin hayalini kurarken, Anayurt Oteli'nde Zebercet var olan bir kadınla birlikte olabilmenin hayalini kuruyor.

"Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın" (Aylak Adam'dan)

"Yastığı çevirdi, sarıldı; yüksek sesle 'Gelmeseydin ölürdüm.' dedi. Yastığı kokladı, öptü (...) Kadın bir şey sormuştu anlaşılan, 'Evet' dedi (...) Yüzünü yastıktan ayırıp kadınınkine benzetmeye çalıştığı ince bir sesle 'Ohh, bırakma sakın, memelerimi ısır' dedi. Az aşağı inip yastığı ısırdı. İnledi (...) İnce yorgun bir sesle, kulağına söyleniyormuş gibi yavaşça 'Ohh nasıl seninim' dedi." (Anayurt Oteli'nden)

Aslına bakılırsa C. ile Zebercet temelde birbirlerinden çok farklı insanlardır. C.; İstanbul'da yaşayan, üniversite öğrencileri ve sanatçılar arasında olan, oldukça zengin, kültürlü ve güçlü bir adamdır. Zebercet ise; ufak bir kentte yaşayan -Manisa olduğu anlaşılmaktadır- ilkokul mezunu bir otel çalışanıdır. Güçsüzdür, korkaktır ve acınası bir haldedir. Lakin aradıkları kadınlar ikisinde de saplantı haline gelmiştir. Onları sağlıksız bir psikoloji içine sürüklemiştir. İki karakterinde ruhsal halleri sırasıyla yalnızlık, umut ve hüsrandır.

1.YALNIZLIK

Aylak Adam'da C.nin yalnızlığı/toplumdan kopukluğu okuyucuya C.nin iç sesiyle aktarılır.

"Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?"

C.'nin yalnızlığı Zebercet'in yalnızlığına göre biraz daha "şımarık" bir yalnızlıktır.

"Karı kocalar bile böyle değil mi? Ortak neleri var? Haftanın belli günleri et ete sürtünmekten başka? Gene de dayanıyorlar. Çünkü birlikte yaşamanın zorunluluğuna inanmışlar. İşte benim onlardan ayrıldığım buna inanmamam. Sıkıntımın da sevincimin de tek kaynağı bu. Gücün dayanmaktansa yalnızlığıma kaçarım"

Anayurt Oteli'nde ise Zebercet'in yalnızlığı/toplumdan kopukluğu okuyucuya anlatıcı tarafından aktarılır. Karakterin yalnız/toplumdan kopuk olma sebebi Zebercet'in çocukluk ve gençlik döneminde diğer insanlarca aşağılanması olarak gösterilir.

"Kollarından tutup içeri çekerlerdi. Kimi günler kadın yukarda bir erkekle olurdu. Oturup beklerdi. 'Uzattı seninki enişte'. Gülüşürlerdi. (...) Kadın inerken sözcüklere uymayan, kayıtsız bir sesle 'Aa küçük askerim gelmiş' derdi.

2.UMUT

Aylak Adam'da C. kitabın neredeyse başından son paragrafına kadar umut etmeyi sürdürür. Hatta iki defa bulduğunu zanneder. Güler ve Ayşe adında iki sevgilisi olur lakin aradığı kadın onlardan biri değildir. Ama onlardan ayrıldıktan sonra da umutsuzluğa düşmez ve hep aradığı kadını bulacağına inanır. Yazar bu umudu da C.'nin iç sesleriyle anlatır.

"birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. içimdeki sıkıntı eridi."

“- Senin aradığın kadın dünyada yok, dedi.

- Var! O olmasaydı ben olmazdım. Bu şehirde yaşıyor. Bir gün bulucam onu. “

Zebercet ise günlerce Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın'ın bir daha geleceği günü bekler. Kadının kaldığı odaya defalarca girip kullandığı eşyalarda kadından bir iz arar...

3.HÜSRAN

Aylak adamın hüsranı romanın son paragrafındadır. Aradığı kadını bulduğu an kaybettiğini anlayan Aylak'ın ağzından kısa, kesik, eylem yoğunluklu şu cümleler dökülür.

"Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı."

Zebercet'in hüsranı kadının bir daha gelmeyeceğini anladığı anda başlar. Bu hayal kırıklığı ona sebebini kendisinin de bilemeyeceği bir cinayet işletir ve romanın devamında hayalindeki mahkemelere çıkar. Psikolojisi git gide bozulan Zebercet en sonunda kendisini asar.

"Yüreğinin çarpıntısı yavaşlıyordu. Demiri bırakıp bir adım geri çekildi; yerdeki bardak kırıklarına baktı. Oda bozulmuştu; kadın gelmezdi artık. Yürüdü, odadan çıkarken bir haftadır yanan ışığı söndürdü."

Böylelikle iki roman finali açısından birbirinden farklı olmuştur. Aylak Adam'da C. için belli bir son yazılmamış, roman üç noktayla bitirilmiş ve devamı okuyucunun hayal gücüne bırakılmıştır. Yusuf Atılgan Cumhuriyet gazetesi için verdiği bir röportajda Aylak Adam'ı öldürmeyi tasarladığını ancak fazla melodramatik olacağını düşünerek C.'nin sonunu okura bırakmak istediğini söylemiştir.

Bu iki eser egzistansiyalizmin Türk Edebiyatı'ndaki önemli eserleri olmuşlardır. 1950lerden sonra Fransa'dan Avrupa'ya yayılan ve klasik romanlara karşı çıkan Yeni Roman hareketinin örneklerinden olmuşlardır. (Aylak Adam'da C.'nin isminin olmamasının sebebi Yeni Roman hareketiyle birlikte gelen, okuyucunun dikkatini kişilerden çok romanın yazısına, kurgusuna çekme fikrinden kaynaklanır) Yusuf Atılgan, yabancılaşmanın, tutunamamanın ilk örneklerini edebiyatımıza katmıştır.

Aylak Adam 1958 yılında Yunus Nadi Roman ödülünü kazanmış (jüride bulunan Orhan Kemal tarafından roman herhangi bir meseleye sahip olmamakla eleştirilmiştir), Anayurt Oteli ise Ömer Kavur tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır...

"Ben çoğu geceler içiyorum. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. Belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarıda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burada gülerler. Böylesi az içer. Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum? Belki yalnız baş ağrısından...

Ya içmediğin zamanlar?"

r.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder