3 Aralık 2011 Cumartesi

Rıfat’ın Bir Türlü Anlatılamayan Öyküsü

İnsanları bu halde görünce, bu şehre daha önce hiç yağmur yağmadığını düşündüm. Fakat şu şemsiyesi bozulan kadın ?

( - İsmi Zeynep’ti ve esmerdi. Bu şehirdeki son günüydü, saat 22:00 için sol arka cebinde bir tiren bileti vardı, salı gecesi kapısı telaşla dövülünce birden uyanacaktı. ) Ellerini şapkasına götürüp kalabalığa kaşlarını gösterdi, biraz da yağan yağmurun etkisiyle hızlı hızlı adımlarla yoluna devam etti. Onu gözden kaybettiğime üzülmedim, aklımda yeni bir hikaye vardı ve ben hiçbir kadının bu hikayeyi yazmamı engellemesine izin veremezdim.

Tünele dek yürüdükten sonra yine kendimi kule dibinde buldum. Yağmur ıslanmış insanların üzerine çekinerek düşüyordu.

- Yediye yirmi var.

- Teşekkür ederim.

Yarın cumartesiydi, bugün kasımın onbiri “yağmur her zaman güzeldir.” demişti bana, ama ben şimdi onun değil… ( Yeşil gözlüydü, yer yer kıvrılan saçları ağzının kenarında oluşan çizgiyle uyuşuyor, gelecek seneki pazar günleri için arka balkonunda menekşeler suluyordu. Şehre yağmur yağmasını severdi. Tanımadığı insanlarla konuşmazdı pek. )

- Ben şimdi onun değil, Rıfat’ın hikayesini anlatacağım. Yaşının 20 olduğunu öğrendiğimde, içimdeki şaşkınlığı onu tanıyan birini bulabilmek için iki gün beklettim.

- Sahi mi ?

- Tabi. Ben de çok şaşırdım.

Bir süre sustuktan sonra “Demek adı Rıfat’mış.” diye girişti söze. Elimle ateş istedikten sonra “Hem de günde oniki – onüç bira içmeden uyuyamıyormuş” diyerek sigaramı yaktım. Dışarıdaki serinliğe rağmen etraf kalabalıktı. Her şey olağan bir Pazar gününü anlatıyordu, gökyüzü şehrin bu mevsimini tanıyanlar için pek de yabancı sayılmazdı. ( Birkaç gündür uyandıktan sonra baş ağrısı çekiyordum. ) Rıfat’tan konuşmayı bıraktık. Oysa henüz anlatacaklarım bitmemişti. Eğer o konuşma burada bitmeseydi, belki de bu hikayeyi anlatmaya hiç başlayamayacaktım.

Yanıma gelmek için hareketlendiğinde elimi cebime götürüp, bozuk para aradım. Rıfat yanıma gelip sessizce oturdu, utancımdan elimi cebimden çıkaramadım bir süre, bu utanç benden sigara istemesiyle son buldu. İkimiz de sigara içiyorduk. Akşamdı, bir adam kediyle oyalanan çocuğunu izliyordu.

- Ateşinizi rica edebilir miyim ? Teşekkür ederim.

- Adı ne bu keratanın ?

Adam sigarasını ağzına götürürken çocuğun isminin Lemi olduğunu öğrendim kedi birden üzerine hareketlenince. Rıfat Lemi ile meşguldü, ben adamla konuşuyordum. Almanya’da yaşıyormuş, tiyatrosu varmış, Lemi 4 yaşındaymış, bir de karısı Fransız’mış. ( Ne kadar da güzeldir Lemi’nin gözlerine adamın esmerliğine bakılırsa. ) Çok çalışmanın insanda bıraktığı izlerden bahsetti bir süre, eve geç gelişlerinden, uykusuzluğundan, karısıyla bir akşam yemeği bile yiyemeyişinden. ( şimdi eminim karısı epey güzel.)

Rıfat’a döndüğümde mavi gözleri yarım yarım okşuyordu önündeki çocuğu, o an iyi bir ressam olsam sanki her şey daha olabilirmiş gibi geldi. Gülümsedim. Akşam şehrin üstüne kendini hiç fark ettirmeden örtüldü, eski bir an olması için yeni fotoğraflar çekiliyordu birer ikişer. Adam birasını bitirmiş Lemi’ye bir türlü iyi geceler dedirtemeyerek yanımızdan memnun bir ifadeyle ayrılmıştı.

Bir sigara daha yaktık. Rıfat bana bir şeyler anlatıyor sesi ötemizden gelen şu acayip müzikle, yere düşermiş gibi bana çarpıp kırılıyordu. Müzik bittiğinde bir kadından bahsettiğini hemen anladım, kendisine bir iş verecekmiş, belki bir daha burada göremeyecekmişim Rıfat’ı. Bunu başında pek önemsemedim hatta sigaram bittiğinde, Rıfat’ın elini sıkarak yanından uzaklaştım. Artık yalnızdım ve yürüyordum Tüm bunları düşünürken yağmur iyice susmuştu, yerlerdeki su birikintileri de olmasa yarım saat önce bu şehirde herkesin şemsiyelerle hızlı hızlı yürüdüklerine bazıları inanmayacaktı.

Artık size Rıfat’ın hikayesini anlatabilirim.. Kapının sesiyle birden uyandı.

- Kim o ?

- Ben, Rıfat...

mehmet nejat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder