-Fesleğenci
kız, fesleğenci kız! Ekersin biçersin, fesleğenin yaprağı kaçtır bilir misin?
-Bey
oğlu, bey oğlu! Okursun yazarsın, gökte yıldız kaçtır bilir misin?
Dışımda
gelişen, o kalabalık ve seyir halindeki yaşamlara uzak olmak bu denli büyük bir
korkumken; sokaklar ötede, seninle en adi mahallelerle yitik bir hayatı
yaşamanın acınası keyfi vardı üzerimde o kış. Başı sonu belli olmayan
halkamızda, muğlak bir zamanın açken leziz, tok karna vasat bir diliminde
yaşıyorduk. O zamanlar paramız yeterli, heyecanımız olağan, sevişmelerimiz sık
ve alışmışlığımız had safhadaydı. İki ucubenin başrolünde, katarsise mahal
vermeyen bir filmdi bizimkisi. Şimdi, kendine farklı yönler seçmesine rağmen
aynı yastığa gömülen başlarımız bana dibini sıyırdığımız bir yemeği
anımsatıyor. Askerde tiksinti getirmiş kara şimşeği hatırlatıyor; kokusuna
tahammülü dahi reddeden. Tecrübe etmeden özümsüyorum. Sağ kolun, çarşafın
üzerinde. Omzun ve dirseğin arasındaki o zayıf, o pütürlü, o paslı demirlerin
orospusu olmuş kısmı yazı tahtam belliyorum. Parmaklarım başta gelişigüzel
salınırken harflere bürünüyor. Aklıma, ilkokuldayken arka sıradakinin sırtıma
yazdığı edepsiz kelimeler geliyor. Hissiyata dair düşünmeyi reddeden umarsız
benliğinden bu çeşit farkındalıklar beklemediğim için rahatça şekillendiriyorum
hamurumu.
"Unutulacaksın."
Öyle naif, öyle yavaş
yapıyorum bunları. Ardından sigara kokusu sinmiş, kalın telli saçlarının
arasına çalakalem bir öpücük bırakıyorum. Her şey tekil, beklentisiz ve
akışkan. En zorudur ya o sıcak yatağı, o –artık- kuru, huzursuz ama sıcak
yatağı bırakıyor olmak; belki şafak belki akşam vaktidir kestiremediğim güne
atıyorum adımımı beni her daim bekleyen durağıma varmak için. Sen, zamanların
birinde bir sulu dilim/ beni duraklara mahkum etmiş adam/ beni anı zengini,
huzur fukarası eden hasta çocuk/ keşke, ellerimle öldürecek kadar çok sevseydim
seni. Hastalıklı bir şekilde, kan çanağına dönmüş gözlerimle salınsaydım cansız
bedeninin üzerinde. Elimde bir şey olurdu, değil mi?
Beni
aldın yine orada bir yerlere bıraktın. Soruları görmeden cevaplarını vermiştim
kendime, sen beni aldın, şimdi ortada soru da yok cevap da. Bir tek, gıpta ve
özlem ile.
O,
oralarda bir yerlerdeydi, yine oralarda bir yerlerde.
Cries of Whispers (Oldboy OST)*
irem kulaber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder