11 Şubat 2014 Salı

Tarhana Pupa Yelken


“Böyle seviyorum işte.” Avucunun içinde, o her zaman güneşe siper eder gibi konuştuğu koyulmuş lekeyi gösteriyor. “Bir gün, Yankı yanaşırken babam halatı savurdu kıyıya volta için, ben de tuttum ipi, işin içinde elim olsun istedim. Tekne gerileyince ip avuçlarımın içinde hızlıca kaydı, sıkıca tuttum, böyle yandı elim. Yara izlerini severim ben. Bundan –yine gösteriyor- başkasında yok çünkü. Hep doğum lekem olsun isterdim ama artık istemiyorum. Doğuştan sahip olunan şeylerin anısı yok. Zamanla bıkkınlık verebilir. Yara izlerim benim güçlü olduğumu gösteriyor.” Gülüyor utanır gibi görünmeye çalışarak. “Ben bi eve uğrayayım, yine gelirim.”
“Biliyor musun, babamın geleceği günü düşledikçe nefesim kesiliyor. Kitleniyorum o ana. İnanamıyorum gelecek olmasına. Ama gelecek. Emekliye ayrılacak çünkü senelerdir demir yığını gemilerde, Yankı’nın kokusunu bile unutmuştur garibim. Öyle güzel ki bunları hayal etmek. Düşünsene, bir gün kapı çalınıyor. Her seferinde babam mı diye koşturmaktan sıkılmış olduğum o gün isteksizce açıyorum kapıyı. Karşımda O. Beyaz şapkasını çıkarıyor kafasından, teni kavrulmuş. ‘Hadi hazırlan.’ diyor. Yankı’yı çıkarıyoruz depodan. Kapının önünde senelerdir çalışmayan Skoda’nın arkasına takıyoruz onu. Tekerlerin üstünde küskün ama heyecan içinde dikiliyor kızım. Sahile iniyoruz. Kumların üstüne indiriyoruz onu, sürüklüyoruz denize. Önce soğuk suya alışmaya çalışıyor. Titrek titrek ilerlerken bir de bakıyorsun denizde pupa yelken. Sonra o girinti, bu koy derken. Durak durak içiyoruz denizi. Düşünsene be.”
Düşündü elbet adam. Deniz vardı orada, arada. Ve onun ayakları hep sürüdüğü karada. Denizi alır mıydı aklın gözlerin mavi değilse? Kaşları çatık onun kavisli ve kahve. Orman da demezsin ona ama kesilmiş ve yan yatmış odunlar bir ovanın yamacında. Nefretimi ben bağışlıyorum sana kız. Sen bunu kazanmak için sadece konuşmuş olabilirsin, işe bak ki herkesin dili var.
 ***
Yokuşun başından santur sesi geliyor. Santur sesi ona arka çıksın o halde. Evin arka tarafına yaslanmış depoyu buldu adam. Kapısını zorladı. Zorluk çıkarmadı kapı. İçerisi karanlıktı. İçeri girmesiyle havada uçuşan tozlar boşlukta şeritler halinde uzanıyordu. Şiddetlice bir hınkırdı. İçerisi havasızdı. Derinlerinde zifiri bu odanın diğer ucunda yelkenleriyle bir tekne olduğu fikri onu ürkütmüştü. Göğsü gergin ve devasa bir şeydi yelkenliler. Kavgalara ilkin göğsüyle girmeyi becerememişti hiç. Omuz çıkıntılarıyla sinikti adam.
Ve derken tutuşmalar ile küller.
-Nefretim sana değildi kızım. Yaktım ve anladım. Mahzunluğunu görünce benim de içime kor oturdu. İzah bulamadım. Kaçtım.-
 Ağlanır tabi. Elbette ağlanır giden teknelere. Elbette ağlanır gelmeyecek, hatta gidememiş babalara.
***
 Bir avucunda çelik kâsesi; içinde çorbası, yatakların üstünde kuruttuğu tarhana. Diğer elinin tersiyle siliyor yanaklarını, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Karyolasında uzanan, sırtı yastık yastık desteklenmiş babasına kaşık kaşık içiriyor bol kekikli, naneli tarhanasını; ağzının kenarlarında birikmişleri de kaşığıyla toplayıp tekrar yedirmeyi ihmal etmeden. Bir kaşık daldırıyor, üç hıçkırıyor.
“Ama—ben- onu çok seviyordum baba. Hık. Ama baa-ba nasıl olur öyle. Hık. Gidecektik ya baba. Hık Ama sen söz vermiştin ba-naa. Hık. Baba. Hık. Bana.”

irem kulaber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder