"Sana sivrisinekleri neden
sevmen gerektiğini söyleyeceğim. Böylece her gün onlarca cinayet işlemene gerek
kalmayacak."
"Mantıklı açıklaması mı
olurmuş canım bunun. Kanımı çok seviyor meretler, sana birse bana beş. Hadi
söyle bakayım, neyden bu kadar eminsin?"
"Kanımı taşıyan bir şeyi
nasıl sevmezsin?"
Sinekler, sinekler. Belki yüz
tane. Oda küçük, boğucu. Ama sinekler bin tane. O gülüyor. "Uçun
yavrularım uçun, siz uçtukça ben özgür!"
" Neden korkuyorsun ki şu
ağaçlardan, sana ne zarar verebilirler?"
Sustum, yuttum.
Anlamadılar. Korkular sebepsiz,
korkular doğuştan, korkular öteki taraftan.
Sustum.
"- Tut elimi, çabuk
hızlıca geçelim şunların altından.
Hala bitmediler mi?
Çok büyükler, çok yüksek.
Sen de mi anlamayacaksın yoksa
beni? Bari sen anla, korkuyorum işte. Bu yine geçmiş hali, çocukken ince
gövdelilerin bile altından geçerken kulaklarımı tıkardım. Sanırım korktuğum şey
ses, aniden gelen."
"Yoo, ben anlıyorum ki
seni. Hatta bu özelliklerin çok ilgimi çekiyor. Aslında, diğerleri gibi
olmadığını görmek hoşuma gidiyor."
Elini sıktım.
Sımsıkı.
Çınarlar, onlarca. Bir bahçeye
bakıyor oda. Bahçe ki kabus ona, bahçe ki adına şanına, bahçe ki artık veda.
İnsanoğlu çok konuşurmuş, çok
saçmalarmış. Her ağızdan çıkan mantığa yatmaz ya. Mesela insan sevdiğini çok
yaralarmış, çünkü nazı en çok onaymış. Kanatırmış da zevkinden ağlarmış
sonunda.
Korktum. Onu ilk gördüğümde
korkuma aşık oldum. Ona aşık olduğumda aşkımdan korktum. Onun aşkını görünce;
yine korktum.
İlkin gider diyeydi,
sonra,
Allah ayırır diye korktum.
Korka korka yaşadım. Korkulara
doğmuştum. Belki o yüzden titrekti vücudum.
Önce günleri saydım, sonra
ayları derken acaba yılları sayabilecek miyim diye düşündüm. Şimdi sandığımın
üstündeyim ve eteklerimde tavşan yapabileceğim kadar çok yıl var. Cici tavşan.
Küçük elleri vardı. Her bir
kırışığına bir gününü sığdırdığı küçücük elleri. Dünyaya elleriyle tutunmaya
çalışsaydı eğer kaybeden olurdu. O hamlesini yüreğiyle oynadı, büyük oynadı.
Sevdiği bir ressam vardı,
hayatına kalbini kattıkça, aklını kaybettiğini söyleyen. Şimdi onu doğrular
gibi gülüyordu. Gülmek belirtisiyse bazı şeylerin, etraf deli doluydu. Ama yok,
o bir de ağlıyordu hemen ardından. Yıllar boyu bu böyle olmuştu.
Küçük bir kadındı o hayatının
akıl almaz büyüklüğüne inat. Büyük diyorum çünkü hiçbir kadın koca bir adamı
hayatına buyur edecek kadar 'ana yiğit' değildir. Ya korkaktır, ya korkak.
Adam mı? Büyüktü tabi ya. Olmaz
olur muydu. Yüreği gibi heybetliydi endamı. İki yoldaştılar onlar ayakları
karyolada bir türlü denk gelmeyen. Varsın denk gelmeyen ayakları olsundu.
Gerisi lâf. Bir sürü şey söylenebilirdi onlar için, yıllar boyu söylendi de.
Dillerdeydiler. Sona değin. Sondan da öte.
Uzun kısa. Kahve yeşil. Suskun
geveze. İnat inat. İnat sakin. Genç genç. Aşık aşık. Zeki çalışkan. Yetenekli
başarılı. Şen şakrak. Olgun olgun. Aşık aşık. Güçsüz güçlü. Güçlü güçsüz. Yorgun
argın. Mutlu mesut. Yaşlı yaşlı. Aşık aşık. Durgun Deli. Ölü diri.
Sandığın üstünde şimdi.
Ayakları değmiyor yere. Sallıyor, salladıkça gülüyor. Güldükçe ağlıyor.
"Ben sevmem ayrılıkları.
On kere söyledim sana, gideceksen alıştırma kendine, diye. İyi mi oldu şimdi?
Bok mu vardı da daldın bi' derin uykuya? Rüyanda kimleri görüyorsun söylesene.
O genç komşu kızı di mi ? Biliyorum ki, gözlerimle gördüm ona baktığını
pencereden gizlice. Ama uyan, tamam bak çok sinirliyim ama söz çok
kızmayacağım, belki biraz çimdiririm kolunu. O da olsun o kadar. Üç gece oldu
başındayım, bekliyorum belki uyanırsın diye. Saatin üstünde görmediğim sayılar
görür oldum. Ben on altıyı bilirdim bey, dördü değil! Bak üstümde de mor
entarim, başımda hasır şapkam, bileklerim doldu da taşıyor verdiğin
bileziklerle. Ta on dokuzumda almıştın bunu bak, fildişi olan. Ne günlerdi, ah
ne günler. Ne güzeldim o zamanlar şimdi bak ütüsüz gömlek gibi kırış kırış
suratım. Artık taşıdığım tepsiler dolu, kahveyle. Zaten taşıyamazdım hiç şu bardakları. Tamam
söz ben yapacağım çayları hadi kalk. Ne diyordum ben? Ne güzeldi o günler di
mi? Sen fidan gibiydin, şimdi hale bak boyunu bilemez oldum, yataktan çıktığın
mı var. Kanımız kaynardı o zamanlar. Ödüm kopardı ya beni terk edersen diye.
Yalan mıymış sanki? Ey evlat duy beni, duy da beni bağlanma bu herife. Bak yarı
yolda kodu seni. Ben o kadar seneyi ne yapayım şimdi, tavşan yapacaktım sahi.
Ama nolur kalk, nolur, söz kızmayacağım. Belki öperim bile, hem de dudaktan.
Nolur, uyan..."
"Allah'ım önce beni al
yanına, o daha güçlü dayanır buna. Ben ne kadınlar gördüm güçleri bedenlerini
aşan, ben öyle miyim sanki, yedimde yetmişimde korkağın teki. Ben dayanamam,
ben göremem, ben onu gömemem. Ben deliririm."
Ölümün kokusunu burnunda
hissettiğin zamanlar vardır, seni almaması için ölümün eteğini öptüğün
zamanlar, ölümün seni öldürmemesi için neredeyse kendini öldürebildiğin...
Ben sendim,
Sen ben,
ötesi yoktu.
Hastaydı, dayanamıyordu. Hasta
olan değildi bu dayanamayan, kadındı, hastalığa dayanamıyordu. Çünkü korkuyordu
anilikten, sesten, hareketten,
ani gelen ölümden.
Adam iki sene vardı ki
yatalaktı. Öksürüyordu, kan aktı, zayıftı, eriyordu, ölüm kokuyordu, ölüm
geliyordu. Kadın "Gelmesin" dedi, "nolur, yeter ki aniden
gelmesin, ben getiririm."
İçirdiği bir fincandı sadece.
Yandaki kocakarıdan doldurduğu kaynatılmış zehr-i zakkumlarla, titrek bir
fincan. Alnını öpe öpe içirdi, fincana ağladı, gözyaşını içirdi.
Adam yatalaktı, ama zihni
delikanlı. On dokuzundan beri dillerindeydi "Öyle seviyorum ki bir gün içime
sığmayacak bu sevgi ve öldüreceğim seni." Düşünür müydü ki doğruya
çıkacağını. Ondan beklerdi. Kadın kuruntulu, histerik ve 'korkak' yapısına ayıp
etmeden gördü işini. Adam öyle seviyordu ki onu, alnını öptüre öptüre öldürttü
kendini. Zaten hissediyordu sonunu, varsın onun elinden olsundu. Koynuna
ağladı, son kez koklamaya can attığı deli kadınının cennet koynuna.
Şimdi kadın çeyiz sandığının
üzerinde, ve o, yatağında. Kadın izliyor güle, ağlaya. Titriyor bir de,
yaptıklarının farkında.
"Pişman oldum ki ben,
uyan. Söz sırf kendime kızacağım, sen de kız hem, küfret bile, deli de, hiç
konuşma, bütün gün televizyon izle. Çaylar yaparım ben sana kekler, börekler.
Yeni bi' salata tarifi de öğrendim komşudan, maydanozsuz yaparım kolayca
yersin. Gel nolur gel! Kimim var ki benim senden gayrı şu kurak beden bana
yazılmışken. Bak hem artık korkmuyorum da ölümden. Gel!"
Güldü, ağladı.
İşte böyleydi hikayeleri,
Koca Bey ve Titrek Fincan
Hanımı.
irem kulaber
Yılmaz Özdil terk
YanıtlaSilBu nedir şimdi? Fukara takip etmeyeli bayağı uzaklaşmış eski benliğinden. Böyle öyküler görmeye alışık değildim Fukara'da. "Edebiyat uğraşı" benliğinizden çıktınız mı artık?
YanıtlaSil