21 Aralık 2012 Cuma

Koca Bey ve Titrek Fincan Hanım


"Sana sivrisinekleri neden sevmen gerektiğini söyleyeceğim. Böylece her gün onlarca cinayet işlemene gerek kalmayacak."

"Mantıklı açıklaması mı olurmuş canım bunun. Kanımı çok seviyor meretler, sana birse bana beş. Hadi söyle bakayım, neyden bu kadar eminsin?"

"Kanımı taşıyan bir şeyi nasıl sevmezsin?"

Sinekler, sinekler. Belki yüz tane. Oda küçük, boğucu. Ama sinekler bin tane. O gülüyor. "Uçun yavrularım uçun, siz uçtukça ben özgür!"

" Neden korkuyorsun ki şu ağaçlardan, sana ne zarar verebilirler?"

Sustum, yuttum.

Anlamadılar. Korkular sebepsiz, korkular doğuştan, korkular öteki taraftan.

Sustum.
"- Tut elimi, çabuk hızlıca geçelim şunların altından.

 Hala bitmediler mi?

 Çok büyükler, çok yüksek.

Sen de mi anlamayacaksın yoksa beni? Bari sen anla, korkuyorum işte. Bu yine geçmiş hali, çocukken ince gövdelilerin bile altından geçerken kulaklarımı tıkardım. Sanırım korktuğum şey ses, aniden gelen."

"Yoo, ben anlıyorum ki seni. Hatta bu özelliklerin çok ilgimi çekiyor. Aslında, diğerleri gibi olmadığını görmek hoşuma gidiyor."

Elini sıktım.

Sımsıkı.

Çınarlar, onlarca. Bir bahçeye bakıyor oda. Bahçe ki kabus ona, bahçe ki adına şanına, bahçe ki artık veda.

İnsanoğlu çok konuşurmuş, çok saçmalarmış. Her ağızdan çıkan mantığa yatmaz ya. Mesela insan sevdiğini çok yaralarmış, çünkü nazı en çok onaymış. Kanatırmış da zevkinden ağlarmış sonunda.

Korktum. Onu ilk gördüğümde korkuma aşık oldum. Ona aşık olduğumda aşkımdan korktum. Onun aşkını görünce;
yine korktum.

İlkin gider diyeydi,

sonra,

Allah ayırır diye korktum.

Korka korka yaşadım. Korkulara doğmuştum. Belki o yüzden titrekti vücudum.

Önce günleri saydım, sonra ayları derken acaba yılları sayabilecek miyim diye düşündüm. Şimdi sandığımın üstündeyim ve eteklerimde tavşan yapabileceğim kadar çok yıl var. Cici tavşan.

Küçük elleri vardı. Her bir kırışığına bir gününü sığdırdığı küçücük elleri. Dünyaya elleriyle tutunmaya çalışsaydı eğer kaybeden olurdu. O hamlesini yüreğiyle oynadı, büyük oynadı.

Sevdiği bir ressam vardı, hayatına kalbini kattıkça, aklını kaybettiğini söyleyen. Şimdi onu doğrular gibi gülüyordu. Gülmek belirtisiyse bazı şeylerin, etraf deli doluydu. Ama yok, o bir de ağlıyordu hemen ardından. Yıllar boyu bu böyle olmuştu.

Küçük bir kadındı o hayatının akıl almaz büyüklüğüne inat. Büyük diyorum çünkü hiçbir kadın koca bir adamı hayatına buyur edecek kadar 'ana yiğit' değildir. Ya korkaktır, ya korkak.

Adam mı? Büyüktü tabi ya. Olmaz olur muydu. Yüreği gibi heybetliydi endamı. İki yoldaştılar onlar ayakları karyolada bir türlü denk gelmeyen. Varsın denk gelmeyen ayakları olsundu. Gerisi lâf. Bir sürü şey söylenebilirdi onlar için, yıllar boyu söylendi de. Dillerdeydiler. Sona değin. Sondan da öte.

Uzun kısa. Kahve yeşil. Suskun geveze. İnat inat. İnat sakin. Genç genç. Aşık aşık. Zeki çalışkan. Yetenekli başarılı. Şen şakrak. Olgun olgun. Aşık aşık. Güçsüz güçlü. Güçlü güçsüz. Yorgun argın. Mutlu mesut. Yaşlı yaşlı. Aşık aşık. Durgun Deli. Ölü diri.

Sandığın üstünde şimdi. Ayakları değmiyor yere. Sallıyor, salladıkça gülüyor. Güldükçe ağlıyor.

"Ben sevmem ayrılıkları. On kere söyledim sana, gideceksen alıştırma kendine, diye. İyi mi oldu şimdi? Bok mu vardı da daldın bi' derin uykuya? Rüyanda kimleri görüyorsun söylesene. O genç komşu kızı di mi ? Biliyorum ki, gözlerimle gördüm ona baktığını pencereden gizlice. Ama uyan, tamam bak çok sinirliyim ama söz çok kızmayacağım, belki biraz çimdiririm kolunu. O da olsun o kadar. Üç gece oldu başındayım, bekliyorum belki uyanırsın diye. Saatin üstünde görmediğim sayılar görür oldum. Ben on altıyı bilirdim bey, dördü değil! Bak üstümde de mor entarim, başımda hasır şapkam, bileklerim doldu da taşıyor verdiğin bileziklerle. Ta on dokuzumda almıştın bunu bak, fildişi olan. Ne günlerdi, ah ne günler. Ne güzeldim o zamanlar şimdi bak ütüsüz gömlek gibi kırış kırış suratım. Artık taşıdığım tepsiler dolu, kahveyle.  Zaten taşıyamazdım hiç şu bardakları. Tamam söz ben yapacağım çayları hadi kalk. Ne diyordum ben? Ne güzeldi o günler di mi? Sen fidan gibiydin, şimdi hale bak boyunu bilemez oldum, yataktan çıktığın mı var. Kanımız kaynardı o zamanlar. Ödüm kopardı ya beni terk edersen diye. Yalan mıymış sanki? Ey evlat duy beni, duy da beni bağlanma bu herife. Bak yarı yolda kodu seni. Ben o kadar seneyi ne yapayım şimdi, tavşan yapacaktım sahi. Ama nolur kalk, nolur, söz kızmayacağım. Belki öperim bile, hem de dudaktan. Nolur, uyan..."

"Allah'ım önce beni al yanına, o daha güçlü dayanır buna. Ben ne kadınlar gördüm güçleri bedenlerini aşan, ben öyle miyim sanki, yedimde yetmişimde korkağın teki. Ben dayanamam, ben göremem, ben onu gömemem. Ben deliririm."
Ölümün kokusunu burnunda hissettiğin zamanlar vardır, seni almaması için ölümün eteğini öptüğün zamanlar, ölümün seni öldürmemesi için neredeyse kendini öldürebildiğin...

Ben sendim,

Sen ben,

ötesi yoktu.

Hastaydı, dayanamıyordu. Hasta olan değildi bu dayanamayan, kadındı, hastalığa dayanamıyordu. Çünkü korkuyordu anilikten, sesten, hareketten,

ani gelen ölümden.

Adam iki sene vardı ki yatalaktı. Öksürüyordu, kan aktı, zayıftı, eriyordu, ölüm kokuyordu, ölüm geliyordu. Kadın "Gelmesin" dedi, "nolur, yeter ki aniden gelmesin, ben getiririm."

İçirdiği bir fincandı sadece. Yandaki kocakarıdan doldurduğu kaynatılmış zehr-i zakkumlarla, titrek bir fincan. Alnını öpe öpe içirdi, fincana ağladı, gözyaşını içirdi.

Adam yatalaktı, ama zihni delikanlı. On dokuzundan beri dillerindeydi "Öyle seviyorum ki bir gün içime sığmayacak bu sevgi ve öldüreceğim seni." Düşünür müydü ki doğruya çıkacağını. Ondan beklerdi. Kadın kuruntulu, histerik ve 'korkak' yapısına ayıp etmeden gördü işini. Adam öyle seviyordu ki onu, alnını öptüre öptüre öldürttü kendini. Zaten hissediyordu sonunu, varsın onun elinden olsundu. Koynuna ağladı, son kez koklamaya can attığı deli kadınının cennet koynuna.

Şimdi kadın çeyiz sandığının üzerinde, ve o, yatağında. Kadın izliyor güle, ağlaya. Titriyor bir de, yaptıklarının farkında.

"Pişman oldum ki ben, uyan. Söz sırf kendime kızacağım, sen de kız hem, küfret bile, deli de, hiç konuşma, bütün gün televizyon izle. Çaylar yaparım ben sana kekler, börekler. Yeni bi' salata tarifi de öğrendim komşudan, maydanozsuz yaparım kolayca yersin. Gel nolur gel! Kimim var ki benim senden gayrı şu kurak beden bana yazılmışken. Bak hem artık korkmuyorum da ölümden. Gel!"

Güldü, ağladı.

İşte böyleydi hikayeleri,

Koca Bey ve Titrek Fincan Hanımı.
irem kulaber

2 yorum:

  1. Yılmaz Özdil terk

    YanıtlaSil
  2. Bu nedir şimdi? Fukara takip etmeyeli bayağı uzaklaşmış eski benliğinden. Böyle öyküler görmeye alışık değildim Fukara'da. "Edebiyat uğraşı" benliğinizden çıktınız mı artık?

    YanıtlaSil