28 Haziran 2014 Cumartesi

Sıfır Noktasındaki Kadın


  
               Neval El Seddavi Mısırlı bir kadın: aktivist, feminist, psikiyatrist, aydın. Ülkesindeki kadın gerçeği hakkında yazdıkları yüzünden peşine düşülmüş, dinden çıkarılmış (!), boşanmaya zorlanmış, hapse atılmış, fakat kalemini elinden bırakmamış, kendiyle beraber diğer kadınların sıkıştırıldığı, ezildiği bu baskıdan bahsetmekten vazgeçmemiş, onların istediklerinin aksine çenesini kapatmamış bir kadın.

                Sıfır Noktasındaki Kadın’da da kendi gibi, fakat ondan defalarca cesur,  onun hep yazdığı ve konuştuğu hikayelerin özne örneği bir kadından bahsediyor. Seddavi‘nin sıfırı bulmuş kadını bir kurgu değil, gerçek. Seddavi onunla Mısırlı kadınlarda nevroz araştırmasını yaparken karşılaşıyor. Mahkum kadınların psikolojileri ve hapishanelere duyduğu merak  – sonraları bu hapishanelerden birine kadın ve işçi haklarından bu kadar yüksek sesle ve kadınlığından utanmadan bahsettiği için tıkılacağını hiç düşünmeden- onu Firdevs’e ulaştırıyor. Soğuk ve sarı duvarlı bir hapishanenin daracık bir hücresinde, yere oturup sözünü hiç kesmeden, gözlerinin içine bakarak, o akşam infaz edilecek Firdevs’i dinliyor. 

                Firdevs’in hikayesi bembeyaz halkalarla çevrili simsiyah noktalarıyla, nihayetinde korkudan başka bir şey vermeyen erkek gözleriyle örülü. Anlattıkları dar alanda ülkesinde, genişletildiğinde ise yeryüzünde kadının tarih boyunca temelde değişmeden sürmüş akıbetinden yeni ve istisna olmayan bir kesit. Firdevs bu akıbetin kendine düşen kısmından yenilginin içinde bir zafere işaret eden sonuyla, belki bir parça ayrılıyor. Fakat öncesi onu bu sona sürükleyen olaylar zinciri değil yalnızca. Firdevs’in hayat öyküsü ana hatlarıyla “kadının makus kaderi.” Ancak onu dinlerken malumun ilanını duyar gibi başımızı yazıklanarak sağa sola sallayamıyoruz, çünkü sözlerinin – daha doğrusu hikayeyi aktaran Seddavi’nin sözlerinin- keskinliği onunla birlikte korkmamıza, öfkelenmemize, içimizin kapkara olmasına sebep oluyor.

                Babasının karıları arasında annesini ancak peçesinin ardındaki gözlerinden tanıyabilen, çocukluğu başının üstündeki su bakracıyla namazlarını hiç aksatmayan babasının tokatları arasında ölen, hatta sünnet edilen Firdevs’i, hayata aynı biçimde başlayan bir çok yaşıtından ayıran mahkum bırakıldığı şeylerin hiçbirini hak etmediğinin bilincini taşımasıdır. Kurtuluşu cahilliğinden kurtulmakta bulur, okumaya, öğrenmeye merakı öyle fazladır ki, onu da medreseye götürmesi için kendisini defalarca taciz eden amcasının eteklerine bile yapışır. Anne ve babasının ölümünün ardından onu yanına alan amcası okula gönderir Firdevs’i. Firdevs sonradan başını ezen ayaklardan kaçmak, kendi ayakları üzerinde dengesini kurmak için daima bir sığınak olarak kullandığı ortaokul diplomasını da alır. Fakat hikayenin kırılabileceği nokta burada da değildir; diplomalı bir kadın olması, etrafı için yalnızca bir kadın olduğu gerçeğini değiştiremez. Onun hayatına, onun adına karar verilir; tanımadığı, sevmediği, dedesi yaşında, zengin bir adamla evlenmesi okumasından daha hayırlıdır.  Babasıyla başlayan erkek zincirine, ona dayak atarak ya da tecavüz ederek kendini tatmin edebileceği bir beden olmasının dışında kıymet vermeyen kocasıyla devam edince Firdevs, bütün mağdurların yaptığı gibi, sokağı bir özgürlük alanı olarak düşünür, kaçarak “sokak macerası”nı başlatır. Babası, amcası, kocasıyla düğümlenen ip sokakta adları dışında birbirinden ayrılmayan, bir bedeli olan bedeni dışında onu yok sayan erkeklerle uzar. Firdevs kendini satmayı öğrenip, avucunu parayla ısıttığında hikaye başarılı bir “fahişelik macerası”na dönüşür. Erkeklerle ilişkisi “aşk” ekseninde kırıldığında dahi hikayenin farklı bir yöne döneceğini umamayız, sonu en başından beri biliyoruzdur zaten. Firdevs hayatında ilk – ve tahmin edilebileceği gibi son kez – bir erkeğin gözlerine korku ve tiksinti duymadan baktığında, evreni ve kendini duyduğu aşkla en başından keşfedip dünyaya açıldığında bile onu düze çıkaracak mucizenin aşk olamayacağını tahmin ederiz.

 “ Bir azize gibi, bedelini hiç hesaplamadan, elimde avucumda ne varsa hepsini vermiştim. Tek bir şey dışında hiçbir şey istememiştim, tek bir şey: aşkın korumasına sığınmak.”  

                Fahişeyken karşılıksız vermediği şeyleri, bedenini, aklını, ruhunu ve kalbini aşık olduğu adama bağışlamaya hazırdır Firdevs. Fakat aşkta kendini var etmenin, tekrar dünyaya gelmenin imkanlarını bulamadan bir kez daha yenilir. Hissettiği keder, onun son erdem kırıntısını da süpürür:  “Bütün zavallıların erdemi gibi, benim de erdemim iyi bir nitelik ya da değer olarak görülmeyecek, bir tür aptallık ya da basitlik sanılarak aşağılanacak, yoksulluktan da fazla hor görülecekti.”  Başarılı bir fahişenin zavallı bir azizeden daha iyi olduğunu anlar Firdevs, öykünün başından beri kaçtığı sokağa bu kez son kez çıkar, sonunun darağacında biteceğini bilmeden. Artık ne kendinden, ne de bedeni ve benliğiyle kendi istediklerini yapacak bir şans tanımayan erkeklerden ve toplumdan, kısaca hayattan hiçbir alacağı olmadan sıfır noktasında, mırıldanarak yürüyordur:  “ Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şey istemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm ben.“  Yavaş yavaş, direnebilmek için, bu yaşamı kendi seçtiğine inandırır kendisini. Ama onurunu kaybederek para kazanan, sonra bu parayla kendine onur satın alan, seçen tarafta bulunmayı başardığı için başı yukarda yürüyen, acınacak bir hayatı yaşayan bir kadın olmaktansa biraz daha iyi durumda olan bir fahişe olarak sürüklenen Firdevs’in erkeklerle hikayesi böyle bitmez. Bitiş küçük bir kız çocuğuyken önce babasının, onun ardından sayısız erkeğin gözlerinden yayılan dehşetten korkmaktan vazgeçmesiyle başlar. Onların da kendisinden korkabildiğini anladığı an Firdevs, zaten yaşamadığı, her şeyin başında bir köşesinde sıkışıp sıfıra – yokluğa- dönüşen hayatını, bir cinayetle yani gerçekle sonlandırır, içinde ufacık bir pişmanlık bile duymadan.

“Topunuzun birden suçlu olduğunu söylüyorum: babalar, amcalar, kocalar, pezevenkler, avukatlar, doktorlar, gazeteciler, her meslekten bütün erkekler… Ben gerçeği söylüyorum. Gerçek vahşi ve tehlikelidir.”

                Firdevs’in bir kadın olarak hikayesi, kendinden başka bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar etkileyici. N. El Seddavi de bunun bilincinde olmalı ki bize hikayeyi hiç merhamet uyandırmaya çalışmadan, boyamadan ve yumuşatmadan yansıtıyor. Bu belki, elimizde tuttuğumuz kitabı bir parça kuru ve yavan yapıyor, ama Firdevs’in parıltısız, tereddütsüz, kımıldamadan bakan gözlerinden gerçeğin Firdevs tarafını görmemize engel olmuyor.

“Ben bir insanı öldürdüğüm zaman, onu bıçakla değil, gerçekle öldürdüm. Bu yüzden korkuyorlar; beni yok etmek için bu yüzden acele ediyorlar. Bıçaktan korkmazlar, onları korkutan gerçeğimdir.”


pınar dönmez

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder