Neval El Seddavi Mısırlı bir kadın: aktivist,
feminist, psikiyatrist, aydın. Ülkesindeki kadın gerçeği hakkında yazdıkları
yüzünden peşine düşülmüş, dinden çıkarılmış (!), boşanmaya zorlanmış, hapse
atılmış, fakat kalemini elinden bırakmamış, kendiyle beraber diğer kadınların
sıkıştırıldığı, ezildiği bu baskıdan bahsetmekten vazgeçmemiş, onların istediklerinin aksine çenesini
kapatmamış bir kadın.
Sıfır
Noktasındaki Kadın’da da kendi gibi, fakat ondan defalarca
cesur, onun hep yazdığı ve konuştuğu
hikayelerin özne örneği bir kadından bahsediyor. Seddavi‘nin sıfırı bulmuş
kadını bir kurgu değil, gerçek. Seddavi onunla Mısırlı kadınlarda nevroz
araştırmasını yaparken karşılaşıyor. Mahkum kadınların psikolojileri ve
hapishanelere duyduğu merak – sonraları
bu hapishanelerden birine kadın ve işçi haklarından bu kadar yüksek sesle ve
kadınlığından utanmadan bahsettiği için tıkılacağını hiç düşünmeden- onu
Firdevs’e ulaştırıyor. Soğuk ve sarı duvarlı bir hapishanenin daracık bir
hücresinde, yere oturup sözünü hiç kesmeden, gözlerinin içine bakarak, o akşam
infaz edilecek Firdevs’i dinliyor.
Firdevs’in
hikayesi bembeyaz halkalarla çevrili simsiyah noktalarıyla, nihayetinde
korkudan başka bir şey vermeyen erkek gözleriyle örülü. Anlattıkları dar alanda
ülkesinde, genişletildiğinde ise yeryüzünde kadının tarih boyunca temelde
değişmeden sürmüş akıbetinden yeni ve istisna olmayan bir kesit. Firdevs bu akıbetin
kendine düşen kısmından yenilginin içinde bir zafere işaret eden sonuyla, belki
bir parça ayrılıyor. Fakat öncesi onu bu sona sürükleyen olaylar zinciri değil
yalnızca. Firdevs’in hayat öyküsü ana hatlarıyla “kadının makus kaderi.” Ancak
onu dinlerken malumun ilanını duyar gibi başımızı yazıklanarak sağa sola sallayamıyoruz,
çünkü sözlerinin – daha doğrusu hikayeyi aktaran Seddavi’nin sözlerinin-
keskinliği onunla birlikte korkmamıza, öfkelenmemize, içimizin kapkara olmasına
sebep oluyor.
Babasının
karıları arasında annesini ancak peçesinin ardındaki gözlerinden tanıyabilen,
çocukluğu başının üstündeki su bakracıyla namazlarını hiç aksatmayan babasının
tokatları arasında ölen, hatta sünnet edilen Firdevs’i, hayata aynı biçimde
başlayan bir çok yaşıtından ayıran mahkum bırakıldığı şeylerin hiçbirini hak
etmediğinin bilincini taşımasıdır. Kurtuluşu cahilliğinden kurtulmakta bulur,
okumaya, öğrenmeye merakı öyle fazladır ki, onu da medreseye götürmesi için
kendisini defalarca taciz eden amcasının eteklerine bile yapışır. Anne ve babasının
ölümünün ardından onu yanına alan amcası okula gönderir Firdevs’i. Firdevs sonradan
başını ezen ayaklardan kaçmak, kendi ayakları üzerinde dengesini kurmak için
daima bir sığınak olarak kullandığı ortaokul diplomasını da alır. Fakat
hikayenin kırılabileceği nokta burada da değildir; diplomalı bir kadın olması, etrafı için yalnızca bir kadın olduğu gerçeğini değiştiremez. Onun hayatına,
onun adına karar verilir; tanımadığı, sevmediği, dedesi yaşında, zengin bir
adamla evlenmesi okumasından daha hayırlıdır. Babasıyla başlayan erkek zincirine, ona dayak
atarak ya da tecavüz ederek kendini tatmin edebileceği bir beden olmasının
dışında kıymet vermeyen kocasıyla devam edince Firdevs, bütün mağdurların
yaptığı gibi, sokağı bir özgürlük alanı olarak düşünür, kaçarak “sokak macerası”nı başlatır. Babası,
amcası, kocasıyla düğümlenen ip sokakta adları dışında birbirinden ayrılmayan,
bir bedeli olan bedeni dışında onu yok sayan erkeklerle uzar. Firdevs kendini
satmayı öğrenip, avucunu parayla ısıttığında hikaye başarılı bir “fahişelik macerası”na dönüşür.
Erkeklerle ilişkisi “aşk” ekseninde kırıldığında dahi hikayenin farklı bir yöne
döneceğini umamayız, sonu en başından beri biliyoruzdur zaten. Firdevs
hayatında ilk – ve tahmin edilebileceği gibi son kez – bir erkeğin gözlerine
korku ve tiksinti duymadan baktığında, evreni ve kendini duyduğu aşkla en
başından keşfedip dünyaya açıldığında bile onu düze çıkaracak mucizenin aşk
olamayacağını tahmin ederiz.
“
Bir azize gibi, bedelini hiç hesaplamadan, elimde avucumda ne varsa hepsini
vermiştim. Tek bir şey dışında hiçbir şey istememiştim, tek bir şey: aşkın
korumasına sığınmak.”
Fahişeyken
karşılıksız vermediği şeyleri, bedenini, aklını, ruhunu ve kalbini aşık olduğu
adama bağışlamaya hazırdır Firdevs. Fakat aşkta kendini var etmenin, tekrar
dünyaya gelmenin imkanlarını bulamadan bir kez daha yenilir. Hissettiği keder, onun
son erdem kırıntısını da süpürür: “Bütün zavallıların erdemi gibi, benim de
erdemim iyi bir nitelik ya da değer olarak görülmeyecek, bir tür aptallık ya da
basitlik sanılarak aşağılanacak, yoksulluktan da fazla hor görülecekti.” Başarılı bir fahişenin zavallı bir
azizeden daha iyi olduğunu anlar Firdevs, öykünün başından beri kaçtığı sokağa
bu kez son kez çıkar, sonunun darağacında biteceğini bilmeden. Artık ne
kendinden, ne de bedeni ve benliğiyle kendi istediklerini yapacak bir şans
tanımayan erkeklerden ve toplumdan, kısaca hayattan hiçbir alacağı olmadan
sıfır noktasında, mırıldanarak yürüyordur:
“ Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir
şey istemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm ben.“ Yavaş yavaş, direnebilmek için, bu yaşamı
kendi seçtiğine inandırır kendisini. Ama onurunu kaybederek para kazanan, sonra
bu parayla kendine onur satın alan, seçen tarafta bulunmayı başardığı için başı
yukarda yürüyen, acınacak bir hayatı yaşayan bir kadın olmaktansa biraz daha
iyi durumda olan bir fahişe olarak sürüklenen Firdevs’in erkeklerle hikayesi
böyle bitmez. Bitiş küçük bir kız çocuğuyken önce babasının, onun ardından
sayısız erkeğin gözlerinden yayılan dehşetten korkmaktan vazgeçmesiyle başlar.
Onların da kendisinden korkabildiğini anladığı an Firdevs, zaten yaşamadığı,
her şeyin başında bir köşesinde sıkışıp sıfıra – yokluğa- dönüşen hayatını, bir
cinayetle yani gerçekle sonlandırır, içinde ufacık bir pişmanlık bile duymadan.
“Topunuzun birden suçlu olduğunu
söylüyorum: babalar, amcalar, kocalar, pezevenkler, avukatlar, doktorlar,
gazeteciler, her meslekten bütün erkekler… Ben gerçeği söylüyorum. Gerçek vahşi
ve tehlikelidir.”
Firdevs’in
bir kadın olarak hikayesi, kendinden başka bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar
etkileyici. N. El Seddavi de bunun bilincinde olmalı ki bize hikayeyi hiç
merhamet uyandırmaya çalışmadan, boyamadan ve yumuşatmadan yansıtıyor. Bu
belki, elimizde tuttuğumuz kitabı bir parça kuru ve yavan yapıyor, ama Firdevs’in
parıltısız, tereddütsüz, kımıldamadan bakan gözlerinden gerçeğin Firdevs
tarafını görmemize engel olmuyor.
“Ben bir insanı öldürdüğüm zaman,
onu bıçakla değil, gerçekle öldürdüm. Bu yüzden korkuyorlar; beni yok etmek
için bu yüzden acele ediyorlar. Bıçaktan korkmazlar, onları korkutan
gerçeğimdir.”
pınar dönmez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder