19 Şubat 2012 Pazar

Bir Roman Tefrikası

II

Cebinden çıkan birkaç 5 liralık banknota rağmen Paspal 20’liği çıkarıp adama uzattı ve bir kez daha mecburiyetten kola kutusunu aldı. Tünel tarafından İstiklal’e giren Paspal, Tarık Zafer’in olduğu tarafa kendini yaslayarak yürümeye başladı. Kalabalık diğer tarafta toplanmış ve sokak müzisyenlerini dinlemeye koyulmuştu. Paspal müzisyenlerin çaldığı aletlerin isimlerini pek bilmiyordu fakat onların yaptıkları müzikler hoşuna gidiyordu. Buna rağmen kalabalığın arasına girmeye çekindi çünkü müzik bittiği anda müzisyenlere para vermek gerekirdi. Paspal eğer para vermeyecekse orada bulunmaktan utanırdı. Müzik biter bitmez kalabalık yavaş yavaş her iki tarafa doğru yayılmaya başladı. Bu yayılan kalabalığın büyük çoğunluğu Paspal’ın gözünde utanmazlar ordusunun bireyleriydi. Kendisini garip bir bilmişliğin ortasında bulan Paspal bir an kafasını sağa sola sallayarak kendine geldiğini hissetti. Aslında hiç konuşmadığı, tanımadığı insanlar hakkında olumsuz fikirler üretip onları en azından kendi dünyasında kötü bireyler olarak ilan etmek belki o insanlar için hiç önemli değildi ama Paspal bu alışkanlığından ötürü utandı. Belki de oradaki insanlar da uzaktan kendisini süzüp onun pantolonu, ayakkabıları ya da saçları ile dalga geçmişlerdi. Bu fikir aklına gelir gelmez az önceki utangaçlığını üzerinden fırlattı ve az da olsa o insanlara karşı ufak bir sinir biriktirdi. Rahatlamak için Santa Maria’nın caddeye bakan iki merdiveninden yukarı tarafta olana oturup bir Lark çıkarmak istedi. Hemen kola kutusunu az önce çöpe atıp yenisini aldığını fark edip paketi cebine geri soktu. Boğazını yakmasa kolayı tek dikişte bitirebilecek bir güç hissetse de kendinde duraklaya duraklaya iki dakikada anca kutunun dibini görebildi. Lark’ı ağzına koyar koymaz tam da İstiklal’in en kalabalık gününün en kalabalık saatinde bu merdivene oturduğu fark etti. Aslında bunu bilerek buraya gelmişti ve şimdi kendine ufak bir şaka yaptığını düşünüyordu. En ufak hareketlerini dahi bir on saniye kadar öncesinden düşünüyor, hesaplıyor ve ondan sonra uygulamaya başlıyordu. Önünden bu akşam binlerce insan geçecekti ve bunlardan onu süzen bir kişi bile olsa o insana hazırlıksız yakalanmak istemiyordu. Tek kişilik bir tiyatro oyununun kahramanı olarak Paspal sol elini saçlarında hafifçe gezdiriyordu. Gözleri ise sağ elinin, daha önceden belirlediği gibi, işaret parmağıyla orta parmağının tam ortasına yerleştirdiği Lark’a sahip oluşunu takip ediyordu. Paspal hareketlerini özenle seçişinin meyvesini aldığına emindi çünkü önünden geçen neredeyse on kişiden bir tanesi gözlerini üzerinde gezdiriyordu. Ve bir zirve noktası olarak ondan ateş isteyenler bile oldu. Hatırı sayılır bir mutlulukla birlikte oturduğu merdivenden kalkıp İstiklal’i baştan sona yürümeye başladı. İşte tam Galatasaray Lisesi’nin önüne geldiğinde az önce kazandığı zamanlı mutluluğu Paspal’ı terk etti ve genel mutsuzluğu bir ahtapot gibi ellerini bacaklarını oynatamayacakmışçasına sarıldı. Evet hala adım atabiliyordu, evet hala ellerini yürürken istemsiz de olsa ileri geri götürebiliyordu fakat zihnini açıp karşısına koyduğunda siyah fonun üzerinde gözlerini ve dişlerini sıkmaktan bir daha açılmayacakmış gibi kilitlenmiş bir Paspal hemen beliriyordu. Paspal bir sebep bulmak istedi. Çünkü sebebi bulduğu an rahatlayacaktı. Bir yandan bir sebebin varlığından emin olmanın verdiği rahatlık bir yandan ise o sebebi hatırlayamayacağına dair hissettiği karamsarlık Paspal’ı müthiş bir çelişkiye itmişti. Paspal düşündü, kendini zorladı ama bir sebep bulamadı. Genel mutsuzluğu o kadar uzun süredir onunlaydı ki sebebini bilmese de mutsuzdu. Tıpkı onu süzen hatta ondan ateş isteyen insanların olduğu gibi.

Tek kişilik bir oyunun kahramanı olarak Paspal, bu halde dahi hareketlerini hesaplıyordu. Tam bu sırada oyun sona ermek zorunda kaldı çünkü omzuna bir el dokundu. Onu on saniye kadar birkaç metre öteden seyreden adamın dokunuşuna Paspal gözlerini kısıp bakarak karşılık verdi. Adamın adı Şükrü’ydü ve Paspal’ın hayatta en çok birlikte vakit geçirdiği insandı. Şükrü Paspal’a sarıldı, Paspal ise sol elini boş bir halde sarkık bırakırken sağ eliyle Şükrü’nün sırtını sıvazladı. Aslında Paspal’a hayatta en çok sevdiği insan sorulsa bu soruyu boş bırakmak isterdi fakat illa bir cevap verilmesi istense Şükrü cevabını verirdi. Buna rağmen şu an onunla karşılaştığına zerre sevinmiyordu. Şükrü çelişkilerle dolu bir tek kişilik oyunun, Paspal’ın içi boş mutsuzluğunun ortasına izinsiz girmişti. Bu akşam Şükrü ne isterse o yapılacaktı belliydi. Hatta Şükrü’nün ne isteyeceği bile belliydi. Rota hemen Kerem’in meyhaneye çevrildi. Paspal’ın aksine Şükrü devamlı gülümseyen sıfatların temsilcisi gibi, güzel olan ne varsa ondan bahsetmeye çalışıyor ve Paspal’a cevap hakkı vermeden, kendisi de pek soluk almadan sorular sorup cevaplar veriyor kendisinden bahsediyordu. Paspal yarım yamalak dinlediği arkadaşının bu kadar konuşmasını istemiyordu bir taraftan ama bir taraftan da susmasını hiç istemiyordu. Sokakta yürüyen insanlardan duyduğu kelimeleri zorla kendisine yöneltmektense bu şekilde başkasının direk olarak kelimelerini ona yöneltmesi biraz hoşuna gidiyordu. Buna alışmadığından zorlanıyordu biraz. Şükrü’ye rastladığınaysa yavaş yavaş seviniyordu. Bir yalnızlıkkırıcı olarak Şükrü uzaktan herkesin sevebileceği bir insandı.

Kerem rakısının son yudumunu mideye yolladıktan sonra bardağı masaya hafifçe vurdu. Rakıyı üç yudumda bitiren bir adam olarak Kerem ilk yudumda bir çeyreklik, ikinci yudumda da bir çeyreklik alır ve bir süre sonra da kalan yarımı yutardı. Rakı içmesi kurulmuş bir saat gibi olan bu adam pek büyük olmayan bu meyhanenin mecburi sahibiydi. Rakı içmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş olan Kerem’e sorsanız rakı içmekten pek de hoşlanmazdı aslında. Rakı içmek onun mesleğinin bir getirisiydi. Bu bir doktorun ameliyattan pek hoşlanmamasıyla eşdeğerdi. Paspal ve Şükrü meyhaneye adım attılar fakat Kerem onları fark edemedi. Paspal bir an çırakla yaşadıkları hatırladı ve Kerem’e bir şaplak indirmek istedi. Bu elbette asla olmayacak bir hayaldi fakat hayal kendini bitirmemek için uğraşıyordu. Paspal bir anda kafası pek de yerinde olmayan Kerem’in dönüp ona karşılık verdiğini, kavganın büyüdüğünü, Şükrü’nün olaya müdahale etmeye çalıştığını, kendisinin bir yumruk attığını ve en sonunda Kerem’in kafasında rakı şişesini kırdığını canlandırdı. Bu abes durum hayali söndürdü ve Paspal dünyaya dönüş yaptı. Kalp atışlarının hızlandığını hissetti, bu sırada gözleri tokalaşan Şükrü ve Kerem’e yöneldi. Şükrü aynı kendisiyle karşılaştığında yaptığı gibi sürekli gülümseyerek hal hatır sordu ve cevapladı. Paspal da Kerem ile selamlaştı ve masalarına geçtiler. Bir kural olarak rakı söylediler ve hala çenesi yorulmamış olan Şükrü yine kendisinden bahsetti. Paspal arada sıkılıp etrafta gözleri dolan ya da fazlasıyla gülen insanlara bakıp şaşırmaya çalışıyordu. Aynı derecede alkol alsalar da aynı türküyü dinleseler de insanlar ne kadar da zıt yönlere kayabiliyorlardı. Paspal bildiği bir şeye bir kez daha şaşırmaya zorladı kendini. Yaş belli bir seviyenin üstüne çıkınca şaşıracak şey bulmak seyrek yaşanan bir olaya dönüşüyordu, oysa insan olmanın en iyi yanı belki de bir şeye şaşırmaktı.

Dakikalar durmadan ilerliyordu, saatler her zamanki gibi dakikaları sinsice takip ediyordu fakat ortalıkta en beklendik şey bunlardan öte Şükrü’nün attığı 5 dubleye rağmen hala konuşabiliyor oluşuydu. Konu en sonunda olması gereken yere, kadınlara geldi. Ya da tek bir kadına geldi. Her insanın hayatında o ve ya bu şekilde sağlam bir karaktere dönüşen kadına. Evlenmiş bir adam olarak Şükrü bu karakteri sindirmişe benziyordu. Paspal bunu hınzır bir gülümsemeyle karşıladı. Çünkü bir karakter eninde sonunda sindirilemeyip kusulmaya mahkumdu. Şükrü evliliğinden, evliliğinin ne kadar iyi gittiğinden ve evliliğinin ne kadar olası iyi yönü varsa onlardan bahsetmeye devam etti. Paspal konuşmamayışını sürdürmekte yine kararlıydı, dinlemek gerçekten hoşuna gidiyordu. Bu karşısındaki insanın saçmalamasıyla, abartmasıyla, yalan söylemesiyle ya da gerçekten hoş şeylerden bahsediyor oluşuyla değişen bir şey değildi. Paspal gerçekten Şükrü’nün karşısında oturmaktan hoşlanıyordu.

Duble sayısını ikiye katlayan Şükrü’ye birisinin eve kadar eşlik etmesi gerekiyordu. Ve bu iyi sarhoşun arkadaşı Paspal bu görevi layıkıyla yerine getirdi. Kapıyı Esin açtı. Esin malum olarak Şükrü’nün sindirdiği ya da sindirdiğini sandığı kadın. Paspal kollarındaki Şükrü’yü yatağına bırakıp dönmek istedi. Esin ısrar etti. Paspal belki bir kahve deyip salona geçti. Bir on dakika sonra gecenin ilerleyen saatine rağmen Esin tepsideki iki güzel kokulu fincanla salona girdi. Paspal on dakikadır düzenli bir salonun iyi bir şey olduğuna kanaat getirmeye uğraşmıştı. Kendi kafasının da biraz bulanık oluşu hem kelimelerini hem düşlerini bir depremin içine itiyordu. Söze girmek isteyip vazgeçti. Esin’i süzmeye çalıştı. Daha önce defalarca gördüğü kadında bir şeylere şaşırmaya uğraştı. Göğüsleri her kadın kadar, yüzü her kadından biraz daha güzel, elleri her kadından biraz daha çirkin bir kadın olarak Esin sağ bacağını sol bacağının üstüne attı. Paspal şu an Esin’in de kendisi hakkında düşünceler ürettiğine emindi. Ve deli gibi Esin’in kafasındaki düşünceleri öğrenmek istiyordu fakat kurması gereken soru cümlesinin tam olarak ne olması gerektiğini saptayamıyordu. Bu sırada Şükrü’nün horlaması kendini hissettirdi. Esin bunun üzerinden bir espri üretmeye çalışıyordu, belki başarıyordu da ama bu Paspal’ın şu an hiç umurunda değildi. Paspal farkında olmadan gibi ama isteyerek ağzını açtı:

“Ne düşünüyorsun Esin?”
“Hiç.”
“Yani, benim hakkımda.”
“Hiç.”
“Yani benim hakkımda hiç düşünmedin mi?”

Paspal ne kadar iyi şeyler duymak umuduyla cümlelerini git gide uzatacak olsa da, Esin karşısındaki adamın sarhoş olduğundan emindi. Paspal olabildiğine sıradan bir adam olsa da, Esin’in verdiği cevaplar sıradan bile sayılamayacak sıradanlıktaydı. Haksızlık ediyordu. Paspal gözlerinin dolduğuna inanmak istemedi. Bu Esin’in onun hakkında hiçbir şey düşünmüyor olmasıyla çok da alakalı değildi. Bu hiç kimsenin onun hakkında bir şey düşünmediğini düşünmesiyle alakalıydı. Tek kişilik bir oyunun kahramanı olarak Paspal bu oyunu fark edilmek için oynuyordu. Başaramadığını
düşündü. Esin bir mendil getirdi.

memet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder