19 Şubat 2012 Pazar

Sığınak

Her şeyin her an olabileceği ihtimalinin varlığı beni artık korkutmuyordu. Çünkü neredeyse 30 yıldır hayattaydım ve olağan akışın dışında başıma hiçbir şey gelmemişti. 30 yıl boyunca hep bir tedbir oldu bir tarafımda. Koşarken hep arkama baktım mesela ya da gidecek bir ikinci sığınağı tuttum kenarda. Hiç yeterince sarhoş olamadım bu yüzden. Saçmalayamadım, hiç çok ağlamadım. Gereğinden fazla hiçbir şey olmadı hayatımda. 3. sayfalarda yazılanlara hep hayretle baktım ama git gide onlara inancımı kaybettim. Sanki ölenler gerçek hayatta yoklardı, 3. sayfalarda yaşayıp 3. sayfalarda cinayete kurban gidiyorlardı. Hapishaneler cinnet geçirip karısını, çocuğunu doğrayanlarla dolu değildi sanki. İşin aslı hiç hapishane de görmedim. Filmler sanki tamamen hayalle yaratılmışlardı.

İyi para kazanan bir adam olarak her yaz en azından bir iki hafta deniz kenarında tatil yapabiliyordum. Tatillerde hep yalnızdım tabi, orası ayrı. İlginç bir insan olmadığımdan pek arkadaşım olamadı. Lisede edindiğim arkadaşlarla sadece lisede, üniversitede edindiğim arkadaşlarla sadece üniversitede görüştüm. Üniversitede arkadaşlarım ceplerindeki paranın yetmeyeceğini bile bile otostopla Anadolu’yu gezmeye çıktığında ben evde param olmasına rağmen belki bir şey çıkar, daha önemli olur ona harcarım, diye paramı saklamakla yetindim. Sonradan öğrendim, bir şeyin harcanması gerekiyorsa harcanması gerektiğini. Biraz geçti. Ama benim de 30 yaşında bir evim ve arabam vardı. Bunlarla avundum. Avunmanın aslında eksik bir duyguyu ifade ettiğini daha geç kavradım.

Geçen yaz yine tek başına bir haftalığına tatile çıktım. Barlara damsız almadıklarından, ben de kapıda dam kovalayacak bir adam olmadığımdan, bazı akşamlar kaldığım yerde, bazı akşamlar kumsalda bira içiyordum. Bir Salı akşamıydı, 3. biramın son yudumlarının da tükenişini izliyordum. Ucuz olsun diye Eylül’ü bekleyenlerden olduğumdan kumsal boş sayılırdı. Hatta tamamen kumsalın en ucunu mesken tuttuğumdan bana en yakın ikiliyle aramızda bir yüz metre vardı. Sarhoş değildim ama çakırkeyif olduğum da ortadaydı. Rüzgar o saatte ve o ayda ayılman için elinden geleni yapar, denizin görünmeyen ucundan hızla gelir yüzüne çarpardı. Bense hiç ayılmak istemiyordum. Tam son biramı açmaya yeltenirken gerideki yıkık kilisenin bahçesinden bir çocuk gülmesi yükseldi. Çocuk sesini hiç indirmeden benim olduğum yere doğru koşmaya başladı. Yakınlarda bir sokak lambası olmadığından hiçbir şey tam belli olmuyordu. Aslında bir şeyin tam belli olması imkansız bir şeydi. Bana yaklaştıkça gelenin bir çocuk değil bir kadın olduğunu fark ettim. İyice yaklaştı ve tam denize gireceği anda yere çakıldı. Bacakları, kolları ve suratı kuma bulanmıştı. O kadar şaşırmıştım ki, kalkıp kadına yardım edeceğim yerde, olduğum yerde bir şeye şaşırmanın tadını çıkarıyordum. “Yardım et” diye bağırdığında kendime anca gelebildim. Canı acımış olabilirdi, bana biraz kızmış olabilirdi ama o hala gülüyordu. Yerden kaldırdım, yanıma oturttum. Birbirimizin yüzüne bakıyor olsak da pek bir şey belli olmuyordu. Ama o hala gülüyordu. Biramı alıp dikti, o kadar uzun süre bira ağzına yapışık kaldı ki bıraktığında biranın neredeyse yarısını içmişti. Bir şey sormak istedim ama soracak hiçbir şey bulamadım. Çünkü bu sefer sanırım ilk defa hazırlıksız yakalanmıştım. Gülüşünü seyretmeye koyuldum. Acaba sarhoş olmasa da bu kadar çok gülüyor mudur diye düşündüm. Ellerini boynuma atıp “Kötü adam peşimde.” deyip gülmeye devam etti. Ne dediğini bilmiyordu, sarhoştu. Ben de gülmeye başladım. “Adın ne?” dedi. Tanımadığım birine adımı söylemek çok saçma diye düşündüm. Yanlış bir ad söylemek istedim. Tedbiri elden bırakmamak lazımdı. Sonra saçmaladığımı fark ettim. “Haydar.” dedim “Ya seninki?”. Benim sorumu hiç duymamış gibiydi. Sıkıca sarıldı, ağlamaya başladı. İçimde bir huzur belirdi. O ağlıyordu ama ben gülümsüyordum. Kendimi güvenilecek biriymiş gibi hissettim. Bir anda ağlaması durdu. Geriye çekti kendini. Tekrar güldü. Üstümdekileri çıkarmaya çalıştı. Sevişeceğimizi düşündüm. Bir çırpıda çıkardım. Tam onu öpecekken “Yüzelim mi?” diye sordu. Meğer sevişme yokmuş. Korktum. Bu saatte denize girsek sanki kesin boğulacaktık. Elimden tutup koşmaya başladı. Su buz gibiydi ama mutluydum. Gülüyordu. Üşüdük, çok üşüdük. 2-3 dakika geçmeden tekrar kumsala çıktık. Onu öptüm, güldü. Sonra o da beni öptü. “Çok güzelsin.” dedim halbuki böyle olup olmadığını görmüyordum bile. Belki gerçekten çok güzeldi. Bu kadar güzel gülen bir kadının çirkin olmasına imkan yoktu. Öpüşmeye başladık.

Sert bir haykırışla bir adam olduğumuz yere doğru koşuyordu. Küfür sesleri yüksele yüksele yanımıza kadar geldi. Beni öldüresiye dövmeye başladı. Sanırım babasıydı, sanki kızını öldürdüm, sadece öpüşüyorduk diye düşündüm. Beni dövmekten gücü kalmayınca anca bıraktı. Yerden kalkacak halim kalmamıştı. Sonradan öğrendim, adı Yağmur’muş, kendini 8 yaşında zannediyormuş. Hastalığın adını tam anlayamadım. Çok utandım. Ama Yağmur bana güvenip sarılmıştı deyip avundum.

memet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder