19 Şubat 2012 Pazar

Hafıza

İçi kirken insanın konuşan sen değilsin. Başgardiyana kalsa konuşulur. Az bile. Önce bir mahkûmlar için düşünürdüm. Yok. Yediğinden içtiğine… “ Beton dökeceksin zemine; çocuğun ellerine de yün çorap geçireceksin. Sıkı bir istavroz düğümü: İş tamam.” Nerden duydu… Akıl soran mı oldu adama?! Et yağına bulanmış ağzını titreterek dalgasını da geçiyor. “ İnanma ihtiyarın söylediğine –ondan kurtulamadın ya ayrı mesele, bizim kadın anlatır, bir o bilir. İstediği otları yedirsin çocuğa, gör o vakit sen. Ele yabancıya saldırır. Benden söylemesi, olur ya, bunun sonu ortada, cinnetin yakın. Dediğime çıkarsın gene. Yalnız bir otuz santim dökersin betonu, bol bol. Fena mı boyunuz bir tabure daha yaklaşır tavana.” Gülmesi minibüsü devirecekti. Susmasını bilecekti. Yeri adabı değildi. O kadar adam içinde. Onaylıyor her biri. Kasabalının uğraşı biz olmuşuz. – Gece vardiyasından İbrahim anlattıydı– alışmışlar, gece karılarından işittikleri, susan bir benim, kadın çocuğu taşırken, sırtına yapışmışım, imanı gevrer adamın. Daha neler… Bir gülünecek yerde durdular, irkildi hepsi… Kafa doz. Düşünmeyi bırak. Kan. Siniklik. Akrabalığı batsın onun.

Tozu yutan bozkır. Hava boşluktan sayılır. Karartıyı kendine yön belle. Bataklık olmalı. Beş kilometre tutar; iyi hesap yirmi dakika.

Kin tutan birisiyim. Apaçık söyle. Demediğinden, olmadığından daha serbest kılıyor —suya damlattığı zehir. Gardiyanlıktan anladığım... Düşünürüm, duyduklarım az buçuk öğrendiğim, /bu kulağın, kulak bu göz, burnun dilin parmakların, yüz?/ akıl sır ermez söylenenleri düşün –eklendikçe bulanan, doğrucu. Gökte boğuntulu, siyah bulutların belirginleştiği geceler, denedin, ilk ıslanmalar, tanrının yüzünü düşündün, anneni elbisesiz gördüğün. Başgardiyana hepsini anlattıydın, çocukken.

Kekeme mahkûmu bulduğun yer burası. Kimse anlamadı. Hapishanenin yaslandığı dağlarda bir kovukta saklanmak varken, burada düzlükte, yerde secde. Titrediği koyuluktan almak, aramaktan zordu. Jandarma dağlarda ararken, düzlüğe biz. Sonrası malum, üç gün harç bidonuna kapatıldı. Çıkardığımızda beli şişmiş, böbrekler. Üstüne iç kanama, kaçmamış meğer tuvaletin kırık camından ölmeye atlamış. Tutanak yok. Jandarma bulmayınca kaçmış da sayılmaz! Su içemez artık. Bulununca, akıllılığı başgardiyan yapar. Hastane yolunda, bulduğumuz yerde araçtan indirmiş. Tembihlemiş kasabadan uzak dursun, sonrası şehir (yakındır büyüyor yan kasaba). Hoş başgardiyanı biraz sonra müdür odasına çağırır, (başgardiyanın hesabı, uyanık müdür) iki aylığından olur. Dördüncü akşam bozkırı anlatan kekeme mahkûm öldü. Revirde başında durdum. “Düzlükte, esen gün rüzgârlarından korktum.” Teni ölümken insanın gören sen değilsin. Kokusuz ne güzel, böbrekleri bitince demek.

Şakayıkları sökmek de var şimdi. İki kök, biri mutlaka haç şeklinde olacak, unutma! Kıyafetlerin çamura bulanacak gel de sıyrıl! Bir halta yarasa. Şakayıklar bataklıkta yetişmez bir burada biter. Başka da yok, az aramadım. Bana da kalsa hurafe bunların. İlaçlar dediğin, otların toplanması –televizyondan. İhtiyara uğraş gerek, o kadar.

Peşine takılmış. İhtimal hemen ardından inmiştir. Nasıl fark etmedin. Elinde bir süngü bıçağı. “ Söylenme içinden Sait, demin çenem düştüyse de seni düşündüğümden. Neyle sökecektin kökleri. Yanına bir sapsız kazma alacaktın. Bu parça, işimizi görür artık. Minibüsü de beklettim.”

Ayrılacağı yok. Çamurunu çıkardığı kökleri taşıyor. İkisi de haç şeklinde. Ellerini cebinden çıkar. Geldik. Kolların tok karanlıkta belirginleşsin. Anahtar kullanma. Zili çal. Kadın kapıda. Ses vermeni bekliyor. Ses çıkar. Kapı ağzını geçti. Başgardiyanın varlığını anladı.

Makarna yemeğinde fasulye tadı, dünden kalan yağ. Soğumuş. Katı. Başgardiyanın dikkatini dağıt. Tez canlıdır. Yemeğini iğreti yavaşça ye. Yok çay ister. Çabuk ye. Çatallar, uçlarının sivriltilmesi gerek. Bakınıyor, yeni görmüş gibi. Duvarlar yok. Sezdirmedi daha. Köşelerde biriken eşyaları tanıdı, duvarlardan sökülen. Uzun süre takılmadı. Gözlerini tavana dikti. Çocuklar ihtiyarın etrafında kümelenmiş, kökün üstkabuğunu tıraş etmesini izliyor.

Bira çekiyormuş canı. Çay istemez. İhtiyarın da işine geldi. Köklerden birini kaynatıyor şimdi. Ocak ona lâzım. Parasını ortancaya uzattı. Leblebi de öğütledi. Üstüne gofret. Çabuk gelmez şimdi. Birlikte gidiyoruz. İki adımlık yol yahu. Hava da alırım.

“Konuşmak hoş, devamını getirmek de var ama. Biliriz birbirimizi.” “Yok ihtiyar endişelenme arkasında durmak değil. Ben işte hapishanenin mahkumu, müdürü, karılarımız…. ardısı yığılanlar, yardım edeyim dedim, nasılsa kendime.” anlat ihtiyar çıkar mı çocuk bundan. Erimiş yavrucağız” “ Dinleme sen kimseyi, düzelir durumu, büyür.” “öyledir çocuk aklı işte, bizim oğlana anlatamadım daha darağacı diye ağaç yoktur.” İhtiyarın yakınlaşmasıyla O da çocuğa yöneldi. Elini kaldırdı, dişlerini gösteriyor bir yandan. Saçını okşayacak belli. Çocuk koyulaşan tırnaklarını Başgardiyanın yüzüne geçirdi. Keskin bir ah çıktı. Yüzünü kurtardığında, çocuk görünürde yoktu. Hıncını alamadı. İhtiyarın, elindeki konserve kutusunu yüzüne çarptı, kaynar köksuyu…

Çiziklere kan dolmaması Sait’i ürpertti. Başgardiyan idam görmüş.

iskender

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder