15 Ekim 2012 Pazartesi

Anlamsızlığa İthaf



Güneşin hüzünlü batışındaki pembelik, küçük bir kızın tombul yanaklarındaki pembe renk kadar güzel... Hoşça kal derken ardında bıraktığı bu güzellik batışına olan hüznün yerine doğduğunu, doğacağını ve belki de hep doğacağını getirir gözler önüne. Ve bu, yoksul düşmüş insanların hayal bile edemediği, aklının ucuna dahi getirip düşünemediği umudu doğurur karanlığa, güneşsiz kalmış geceye. Ama buna rağmen güneş yine de dost mudur? Güvenilir midir? Umut hep iyi midir? Umutlanmak aptallığa girişin ilk dersidir. Çünkü umutlanmak hareketsizliği doğurur; sadece soyutluğun sıcak bir yuvasıdır o. Soğuk kış günü insanın üstüne çektiği battaniyesidir. Güneşin görülebilen bir gerçeklik olması, umudun ise somut bir olayın oluşturduğu boş bir inanç, fikir olması aralarındaki farktır. Ama bu fark yine de değişik midir birbirinden? İkisi de insanın bir yalana kanması gibi inandığı bir aldatmaca, kurmacadır. Tek gerçeklik ne dış dünyada asılı duran bir gezegen ne onu orada tutan çekim ne de insanlardan sürü yaratan fikirler... Tek gerçek insanın öznel ve bencil kendi aklıdır. Akıl, sahip olduğu insanı dahi yönetebilir, onu kandırabilir olabilir. O, gelişmiş bir asalaktır ve insandan beslenir fakat ona hiçbir şey vermez. Ama buna rağmen insan bu kandırmacaya alışamaz. Onu yine kendisini kandıran aklıyla çözer. Bu çoklu organizma hayal ederek yalnızlığı da oluşturabilir; kendi en mükemmel ütopyasını da. Mükemmelin bir somutluk olarak var olmaması veya olamaması aklın insanı hayal bataklığından çıkarmamasındadır belki de. Orada kendi uygarlığında akıl, baskın bir güç olarak ister iyi ister kötü yöneticidir. Orada kaçış ,orada saklanma yoktur. Çünkü yaratıcı bilinçli bir şekilde o'dur. Çünkü orada her yeri, her şeyi aydınlatan güneş aklın kendisinden başkası değildir. Onun tek hesap edemediği onu etkileyen faktörlerin de dış çevrede olduğudur. Bu çoklu organizma hareket etmek, görebilmek, duyabilmek ve bilmek için yemeye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı insan tam olarak karşılayamaz bu yüzden dış çevre de işe karıştırılır. Yine bu ihtiyacı, ihtiyaç adı altında dahi düşünemez, bilemez. Çünkü nasıl canlılığını düşünmüyorsa veya gerekli görmüyorsa bu da öyledir. İnsanın psikolojisi organlarıyla ne kadar kendini dış dünyadan soyutlasa da, dış dünya onu içine hapseder. Kendini soyutladığını düşünmesi dahi dış dünyayla alakalıdır çünkü olmayan bir şeyden hiçbir şey oluşmaz. Aklın ölümü kendini dış dünyadan soyutlayıp (ya da en azından öyle sanıp) kendi kendine kendisi için düşünmesiyle hastalıklı, ağır, renksiz, pis kokulu, darp yemiş bir canlının hücrelerinin tamir telaşı gibi heyecanlı, terli, kendisinden geçmiş bir şekilde olur. Cenazeye katılanlar ki eğer gelen varsa saygı veya sevginin dürtüklediği bir hareketten değil; böyle çoklu bir organizmanın gövdesini araştırma merakındandır.

ramazan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder