15 Ekim 2012 Pazartesi

Sıradan Bir Gün


Sarmaşık beni yakaladı. “Gidemezsin.” dedi. Dallarından kurtulmaya çalıştım ama iyice dolandı bana. “Gidemezsin, daha tohum ekilmesi lazım. Bahar geldi bak, hava sıcakladı biraz. Hadi şu tohumları al da ileride uygun bir yere gömüver.” Bezgin bezgin kollarımı indirdim. Holden geçip mutfak tezgahının üzerindeki kırmızı, küçük kavanozdan biraz tohum aldım. “Menekşe falandır herhalde bunlar.” diye düşündüm. Avcuma alıp geri salona döndüm. Sarmaşık kapının önüne boylu boyunca uzanmıştı. Yanından geçip pencerenin önüne gittim. Mavi ahşap pervazı huysuzlandırmadan açtım camı. Arada bir mızıldıyordu açılmak istemediğinde. Önümdeki saksılardan birini gözüme kestirdim. Menekşe için uygun, orta genişlikte, koyu yeşil bir saksı. Plastik. Toprağı eşeleyip içine ittirmeye başladım tohumları. Çok da anlamam bu tohum işinden ama sarmaşık ve sardunyalar pek iyi geçinemiyor. Evin içinde yaşam alanlarını kısıtlayan koca meşenin uzuvları da cabası. Zaten yeterince kargaşa çekiyorum bir de onlar olmasın. Tüm tohumları ittirip toprağı geri kapattıktan sonra başımı kaldırıp koyu sarı güneşe baktım. Hali yoktu bugün. Biraz yorgun gibi geldi bana. Hatice Teyze yandaki balkondan “Bugün küskün biraz. Boynu bükük bakıyor sanki.” dedi. Zoraki bir gülümsemeyle “Aman Hatice Teyze her zamanki hali işte.” dedim. Değildi, ben de biliyordum. Ama şimdi uzun uzun güneşin neye kırılmış olabileceğini tartışmak istemedim. Biri bir şey yapmıştır elbet. Hatice Teyze içini çekip bana bir baktı, gözlerini kısıp mahallenin girişindeki sütçünün çanağına baktı, karşı dairesindeki İdris Beylerin balkonuna asılı pembe havlulara baktı sonra tekrar bana döndü. “Ayol bugün de ne kadar aynı dünle.” dedi. Omuz silktim. Aynıydı yani, ben ne yapabilirdim? Hatice Teyze sessiz muhabbetimden sıkılıp “Hadi ben içeri giriyorum. Zeliha var ya yan apartmandan, o gelecek bugün. Kızı Nurten evleniyormuş. Hazırlık lazım kızım.” dedi içeri girerken. Balkonun kapanma sesini duyunca derin bir nefes alıp camı ardımdan kapadım. Sarmaşık bana gözünü dikmiş bakıyordu. “Ektim ektim menekşeleri.” dedim. Şöyle bir kımıldandı, başıyla onay verdi. Ardından tekrar aşağı doğru eğildi. Mutfağa gidip kendime bir çay aldım. Menkıbe teyzeler getirmişti bu çayı da. Özel kokuluymuş, içimi daha keyifliymiş. Ona da oğlu Mustafa getirmiş. Pek bir değişikliği yok bence normal çaydan. Bildiğin çay işte. Tam salona geçecektim ki, meşenin körpe dallarından biri önüme çıkıp “Bugün sobayı yaksana biraz, güneş tam yetmiyor azıcık üşüyoruz.” dedi. “Tamam güzelim hallederiz şimdi.” dedim çayı sehpaya bırakıp. Sobanın içine dünkü gazetenin 4-5 sayfasını attım. Marketten aldığım kibritlerden birkaçını yakıp attım Cumhurbaşkanının yüzünün olduğu manşete. Bir güzel yanmaya başladı gazeteler. Birkaç kömür attım tutuşunca da. Meşenin dalları hemen gidip sarıldı sobaya. “Çok iyi geldi valla, sağol abla.” dedi körpe olan. Gülümsedim. Çayımı alıp televizyonu açtım. Gene trafik kazaları sergiye çıkmıştı sanki. Bir tane arabanın ağzı burnu dağılmıştı, çok üzüldüm. Gözleri kapalı yatıyordu öyle yolun kenarında. Sürücüyü ambulansa bindirip götürürlerken son nefesini vermiş araba da. Acıdım haline, pek de yaşlı değildi hani. Başka bir kanala geçtim. Bir mobilya fabrikasının günlük rutinini anlatan bir belgesel buldum. Meşe izlerken bir buruklaştı, sonradan fark ettim. “Tanıdığın mıydı yoksa?” dedim panikle. “Bakma sen bana kızım. Ölü görünce içim bir fena oldu. Zamanında selvi anlatmıştı bana, hatırlarsın birkaç sene önce yıldırım düşmüştü de kestiydiler, onun da akrabasını alıp götürmüşler böyle. Artık nereye gitti, ne oldu zavallıcık kim bilir.” dedi hüzünle. Sesi titreyince ben de üzüldüm. Meşe de dayanıklıdır hani. Son 3 yıldır birlikte yaşıyoruz. Arka bahçenin camından girmişti eve. Kıyamadım, kabul ettim. Soğuklarda perişan olmasın, yazık. Şimdi sobanın çevresine dolandı mı iyi geliyor. Holden geçişi biraz zorlaştırdı tabii ama olabildiğince engel olmamaya çalışıyor aslında. Çekingen biraz, elini ayağını nereye koyacağını bilemiyor. Yatak odasına girmiyor asla. Salon ve holde yaşıyor. Son 3 aydır holün sonundaki arka odanın camını da açık bırakıyorum, oradan dışarı uzatıyor kollarını. Körpe dalları dışarı çıkartmıyorum tabii henüz. Salonda, sobanın yakınında oturuyorlar. Hele bir yaz gelsin, bakarız. “Ayliiinn! Ayliin!” Bakkal Hasan Amca bana sesleniyor. Cama çıkıyorum hemen. “Efendim Hasan Amca?” “Kızım sen zeytinyağlı sabun istemiştin, geldi. Göndereyim mi?” “Gönder Hasan Amca.” Çantamdan cüzdanımı alıp geri döndüm. Bakkal çırağı Osman zetinyağlı iki sabunu uzattı. “Nasılsın abla? Bir yaramazlık yok inşallah?” dedi. “Yok Osmancığım sağol. Annen nasıl? Geçti mi beli?” “İyi abla çok şükür. Haftada bir Ebru abla geliyor, masajını yapıyor.” “İyi iyi aman dikkat etsin. Soğuklar yavaş yavaş geçiyor ama güven olmaz.” “Evet abla haklısın.” Sabunların parasını verip içeri giriyorum. Hazır sabunlar yeni gelmişken bir an önce halledeyim. Alıyorum narları elime. Biri de kocaman olmuş. Maşallah. Onu bir güzel yıkıyorum. Suyu da sıcağa çeviriyorum ki üşümesinler. Hasta olsalar daha mı iyi?
                                                                                                                                                                       su

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder